YAZARLAR

KATEGORİLER

ARŞİVLER

Bültenimize abone olun

07 Mayıs 2020


İnsanoğlu doğum ve ölüm kader çizgileri arasında yaşar.
Hani bilirsiniz, biz öğrenciyken öğretmenimiz bir otomobili A noktasından B noktasına yola çıkarır arkasından sorular sorardı. Rotası, başlama noktası, varış noktası, hızı belli olurdu. İnsan da aynı şekilde doğum yolculuğundan ölüm durağına varıncaya kadar bir güzergah üzere yaşamına devam ediyor.

Şimdi iki nokta arasındaki bu yolculuğun iş yerinizdeki amirimiz tarafından bize verilen bir görev olduğunu düşünün. Kalkış ve varış noktaları belli, anlaşmalı benzin istasyonları önceden ayarlanmış, gerektiğinde kalacağımız oteller için rezervasyonlar yapılmış olsun. Bu halde iken bu yolculuğa, yoldan saparak başka duraklar, gezilecek başka şehirler eklemek amirimize ve görevimize karşı bir kusur olmaz mıydı?

Hem amirimizin güvenini sarmış, hem arabayı gereksiz kilometrelerle yıpratmış, hem de fazladan yakıt harcamış olmaz mıydık?

İnsanın eline geçen bu tür imkanları doğru yanlış demeden kullanmaya çalışması, yaşayacağı zevk uğruna, yaşamda eksik kalacağını düşündüğü ya da evvelinde yaşadığı zevki devam ettirmek adına tercih ettiği bu yol onun nefis hastalığına düştüğünü göstermez mi? Fakat bu kısım bahsimizden ari.
Ben, daha kabul edilebilir, göze batmayan, çoğumuzun artık sıradan şeyler olarak yapageldiği, kimsenin yadırgamadığı hatta diğerlerince hakkın olarak görüldüğü, kimsenin yanlış yaptığını düşünmeyip uyarma ihtiyacı hissetmediği hususlardan bahsediyorum.

Dünyada başlayıp ahirete giden bu yolda, rotaya başka duraklar eklemek, daha fazla yerler görmek dilemek, bir şeylere sahip olmak istemek, yaşanmamış bir şeyin kalmaması için çaba sarf etmek…
Bunlar ne kadar akla ve mantığa uysa da aslında insanın yaşadıkça dünyaya bağlanmasına, bağlandıkça yaşama sarılmasına sebep oluyor. Sonrasında yaşamak hastalığına kapılmasına.

Normalde yiyeceğimiz içeceğimiz bir kuru ekmek bir bardak su iken, kalacağımız yer dört duvar bir çatı iken, giyeceğimiz bir çarık bir hırka iken;
üç dört çeşit yemekli sofralar, yaşadığın evi beğenmeyip başka eve çıkmalar, pantolonu azıcık diz vermiş, ayakkabının altı aşınmış diye yenisini almalar…
Evet hepsi mazur görülebilir belki. Anlayışla karşılanabilir. Ama sonuç olarak olması gerekenin fazlasıdır bu.

Yaşamak hastalığı bulaşıcı da aynı zamanda.
Onda var bende neden yok!
O yapmış ben niye yapmayayım.
Benim ne eksiğim var…

Tabi canım senin neyin eksik değil mi?

Olsun, sende de olsun!

Ama geçmiş olsun…

Yorum yapılmamış »

No comments yet.

RSS feed for comments on this post. TrackBack URL

Leave a comment