YAZARLAR
KATEGORİLER
- Ahmet Latif (5)
- Anlık Yansımalar (26)
- Damlalar (129)
- Düş Sözlüğü (1)
- Genel (245)
- İsmet Selim (134)
- Komik Diyaloglar (1)
- Ömer Faruk (77)
- Ömürlük (1)
- Ranâ Kurşunî (17)
- Yazarlarımızdan Özlü Sözler (12)
ARŞİVLER
- Ocak 2024 (2)
- Eylül 2023 (1)
- Kasım 2022 (1)
- Temmuz 2022 (2)
- Nisan 2022 (1)
- Mart 2022 (1)
- Şubat 2022 (4)
- Ocak 2022 (1)
- Aralık 2021 (1)
- Ağustos 2021 (13)
- Temmuz 2021 (4)
- Haziran 2021 (6)
- Mayıs 2021 (7)
- Nisan 2021 (11)
- Mart 2021 (12)
- Şubat 2021 (13)
- Ocak 2021 (12)
- Aralık 2020 (15)
- Kasım 2020 (16)
- Ekim 2020 (16)
- Eylül 2020 (17)
- Ağustos 2020 (15)
- Temmuz 2020 (15)
- Haziran 2020 (11)
- Mayıs 2020 (12)
- Nisan 2020 (15)
- Mart 2020 (9)
- Şubat 2020 (9)
- Ocak 2020 (8)
- Aralık 2019 (8)
- Kasım 2019 (8)
- Ekim 2019 (9)
- Eylül 2019 (9)
- Ağustos 2019 (8)
- Temmuz 2019 (8)
- Haziran 2019 (7)
- Mayıs 2019 (10)
- Nisan 2019 (9)
- Mart 2019 (7)
- Şubat 2019 (2)
- Eylül 2018 (1)
- Nisan 2018 (2)
- Eylül 2017 (1)
- Nisan 2016 (1)
- Ocak 2016 (1)
- Ekim 2015 (4)
- Temmuz 2015 (1)
- Mayıs 2015 (1)
- Şubat 2015 (5)
- Ocak 2015 (6)
- Kasım 2014 (1)
- Ekim 2014 (8)
Bültenimize abone olun
29 Ocak 2021
Bir de böyle deneyeyim diyorum. Bir değişiklik olur, bir farklılık katar hayata.
Gerçekten hayatı çok mu ciddiye alıyoruz ne?
26 Ocak 2021
insan elinde olmayan şeyler sebebiyle suçlanır mı? bundan emin değilim ama suçlanamayacağı noktasına daha yakınım sanırım. böylesi adilâne olur. benim sık sık kalbim daralır ama hastalık sebebiyle değil, ben de aciz insanların lanetini taşıyorum. o lanetin adı “kaybetme korkusu”.
sen onun düşüncelerinde değilken veya değilsen veya hiç olmayacaksan veya hiç olmayacakken bile, yahut bunu bilmiyorsan bile, o senin her daim aklının içindeki bir kıymık gibi, acısını sürekli hissettiren zonklama gibi kalmaya devam edecek. zonklama kolay kolay geçmiyor, kanın akışı devam ettikçe o bölgenin ıslahı için didinen vücudun verdiği reaksiyon, beynin ve kalbinin içindeki kanın sürekli pompalanması ve devridaimi o kıymık ve müsebbibi olduğu şey zonklama ve fantazyanın sonlanmasına müsaade etmiyor.
hal böyleyken; bu kadar tipi ve fırtına birlikte esip gürlerken, aklının içine düştüğün hapishaneden çıkmak için didinirken, sen hücreye tıkılmış bir yalnızlıkken, sen haricinde gelişen olaylar ve dünyada sana yer olmadığını anlıyor olman ise en büyük ve bambaşka bir garabet değilde nedir? izah edemediğim ve kendime bir çıkış yolu bulamadığım bu hapishanenin en büyük hastalığı ise, kalp daralması, ama sağlıktan değil, hastalıktan. beynimin içindeki girdaplardan.
25 Ocak 2021
Normal bir anatomim yok benim. Görünüşüm de bana göre normal değil. Saçlarım uzadığında beni tanıyamazsınız mesela. Üzerine bir de sakallarım uzarsa, (Hakeza, usturayla sakal traşı olurken, berberimin üç defa bıçak değiştirdiği vakidir.) çok uzarsa gözlerimi göremezsiniz. Zaten çok kısıktırlar. Orta Asya bozkırlarında görecek ne var ki zaten. Kemerimin altında bir göbek daha vardır. Bacaklarım kalın, bileklerimse bir o kadar incedir. Normal yetişkinlikte bir ilkokul beşinci sınıf çocuğu bileğimin etrafında başparmağıyla, orta parmağını birleştirebilir.
Yine de yaşarım, yine de çıkarım insan önüne. Bu halime bakmadan, en içimde kalan heveslerimden biri kalabalıklar önünde tiyatroda sahne almaktır. Hayallerimden biri, gür ve eğitimsiz sesimle en arka koltuktaki seyircinin kulağına fısıldayabilmektir repliğimi.
İşin sonu, en güzel yanı, tüm bu anatomi bozukluklarıma ve ruhsal problemlerime rağmen kendimle dalga geçmekten keyif almamdır. Eksiğim Elhamdülillah, tamamlanmaya geldim.
19 Ocak 2021
yorgun alışkanlıklar benimkisi
sandalyesiz oturmak gibi masa başına.
kaşık olmadan yemeğe çalıştığım,
yemek gibi.
anam olmadan ağlamak gibi
babam olmadan sinirlenmek gibi
yalnızlığım kaderim
kabullenmek gibi…
18 Ocak 2021
Derdi derman olanlardan mıyım değil miyim bilmiyorum. Yakın zamanda da anlaşılacağa benzemiyor.
15 Ocak 2021
Sabah kalkıp her şeyi değiştirebilecek güce sahip olacağını düşünmek.
Ne umut ama..
Güzel ama..
13 Ocak 2021
başlığın içinde “sanırım” kelimesi bir zan değil, daha ziyade olan biten şeyi ya göremedik yahut görmeyi geciktirdik. bu kadar saf olmayı temenni etmezdim doğrusu fakat aldığımız her darbe bunun bir işareti. altında ezildiğimiz ayakların çokluğu o derece şaşırtıcı bir seviyeye geldi ki; hangi ayağın kime ait olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yok. adına ne diyeceğiniz sizi bağlasın fakat diğer yanda işleyen çarkların altında kalan yaşayan cesetler de oldukça yükseliyor ve sayısı korkutucu ve ürkütücü bir rakama doğru ilerliyor. kontrolü tamamen kaybetmenin eşiği yahut o eşiğinde artık hiçbir yerinde bulunmuyoruz. çoğul konuşmak yerine kendimi bir kurban olarak göstermek isterdim fakat görünen o ki; aynı suyun üstünde belli başlı tahtasının çivisi çıkmış, basitçe yapılmış salların taşıdığı bir yığından başka bir şey değiliz. ne bir şey soran, ne bir şeyi merak ettiği için kapımızı çalan yahut gerçekten bizleri gören birilerinin de olup olmadığından da emin değilim. elleriyle hazırladıkları yemekleri yiyor, verdikleri kadar suyu içiyor, izin verdikleri oranda nefesi teneffüs ediyoruz. en korkutucu kısmı ise; sonumuzun bile artık farkındalar ve diledikleri zamana kadar erteleyip, yüce Yaradan’ın işlerini bile sırtlanmış gözüküyorlar. iblisin nefesinden bile daha korkutucu bu gerçekliğin içinde yaşadığım yüzyılı Allah tüm belleğimden silip atsın.
11 Ocak 2021
Allah’ın, seni yola getirmek için başka yöntemleri de olmalı!
09 Ocak 2021
bu bana da sorulmuş bir soru değildi. sadece ani bir kapı tıklatılmasını andıran bir telefonun ucundaki tanıdığın sesiydi. kan grubunu biliyor musun? diye sordu telefonun diğer ucundaki kişi. soğuk, buz gibi bir sesle. belli ki hayatında anlam ifade eden birileri vardı ve bu uğurda yüzünü bile görmek istemediği birinin bile kapısını çalacak kadar düşmeyi göze almıştı. neydi değer? neydi değer vermek? o kişi bu değere mi sahipti yoksa sadece bir ihtiyacın “değersiz” biri tarafından giderilmesi amacıyla bir yardım çağrısı mıydı?
soru şu! hayatındaki tüm anısı belli birtakım sesler ve görüntülerden ibaret ve sana verdiği hiçbir şey olmayan biri için kılını kıpırdatır mısın? kan bağın buna seni zorlar mı?
cevap! koca bir hayır.
bunu bir süredir bıraktığımı düşünüyorum ve bu umursamazlık ve görmezden gelme kendimi daha iyi hissettirmesinden ziyade, asıl yapılması gerekenin bu olduğuna bir delildi.
evet o telefona cevap verdim ve bu sadece sorduğu soruya basit bir cevaptan ibaretti. ardında bir merak uyandırmadan, o “değer” verdiği kişinin hayatına dokunabilmek için, “değer” vermediği ve zerre miktarı umursamadığı birine yaptığı yardım çağrısına bile ihtiyacı varken, soğuk bir cevap alarak, “iyi akşamlar” diyerek telefonun kapanması, hak ettiği şey gibi gözüktü. pişman değilim. pişman olacak bir şey yapmadım. telefonunu açarak ona bir iyilik daha yaptım ve yaptığım iyiliği bununla sınırlı tutmayı yeğledim.
kulağına küpe olsun. bir gün telefonun diğer ucundaki birinden, “değer” verdiğin biri için bir iyilik yapmayı isteyecek olursan, aklına geçmişte onun hayatına ne kadar ve nasıl dokunduğun gelsin, belki o zaman titrersin ve telefonun tuşlarına basarken, yüzünde bir kızarma olur. umarım.
07 Ocak 2021
O korumazsa koruyacak kim var ki,
O korkutmazsa korkutacak kim var.
O var, O yar!
Eski Yazilar »