YAZARLAR
KATEGORİLER
- Ahmet Latif (5)
- Anlık Yansımalar (26)
- Damlalar (129)
- Düş Sözlüğü (1)
- Genel (245)
- İsmet Selim (134)
- Komik Diyaloglar (1)
- Ömer Faruk (77)
- Ömürlük (1)
- Ranâ Kurşunî (17)
- Yazarlarımızdan Özlü Sözler (12)
ARŞİVLER
- Ocak 2024 (2)
- Eylül 2023 (1)
- Kasım 2022 (1)
- Temmuz 2022 (2)
- Nisan 2022 (1)
- Mart 2022 (1)
- Şubat 2022 (4)
- Ocak 2022 (1)
- Aralık 2021 (1)
- Ağustos 2021 (13)
- Temmuz 2021 (4)
- Haziran 2021 (6)
- Mayıs 2021 (7)
- Nisan 2021 (11)
- Mart 2021 (12)
- Şubat 2021 (13)
- Ocak 2021 (12)
- Aralık 2020 (15)
- Kasım 2020 (16)
- Ekim 2020 (16)
- Eylül 2020 (17)
- Ağustos 2020 (15)
- Temmuz 2020 (15)
- Haziran 2020 (11)
- Mayıs 2020 (12)
- Nisan 2020 (15)
- Mart 2020 (9)
- Şubat 2020 (9)
- Ocak 2020 (8)
- Aralık 2019 (8)
- Kasım 2019 (8)
- Ekim 2019 (9)
- Eylül 2019 (9)
- Ağustos 2019 (8)
- Temmuz 2019 (8)
- Haziran 2019 (7)
- Mayıs 2019 (10)
- Nisan 2019 (9)
- Mart 2019 (7)
- Şubat 2019 (2)
- Eylül 2018 (1)
- Nisan 2018 (2)
- Eylül 2017 (1)
- Nisan 2016 (1)
- Ocak 2016 (1)
- Ekim 2015 (4)
- Temmuz 2015 (1)
- Mayıs 2015 (1)
- Şubat 2015 (5)
- Ocak 2015 (6)
- Kasım 2014 (1)
- Ekim 2014 (8)
Bültenimize abone olun
30 Aralık 2020
Rüzgar
ne de haşin esiyor
esiyor esiyor
görüyorsun ya
ellerim, ellerim öyle ki
rüzgardan donuyor.
siliniyor gözlerimde hüznün buğuları
korkarak yavaşlıyor gölgelerim
gecenin gündüze eşitliği gibi
rüzgarın eşitliği benim üzerimde
siliyor diyorum gülüm
senin kahrını da siliyor
alıp tüm mektuplarını
açık camımdan savuruyor.
soluyor güller çiçekler
soluyor işte yaşam
ne de haşin esiyor
görüyorsun ya gülüm
gözlerimizdeki sevgiyi siliyor
esiyor geçiyor yanımızdan
siliyor gün geçtikçe
bizi de hayattan…
28 Aralık 2020
Kabul. Ölüm geldiğinde üzülmek var, korku var. Güzel. Ama ölüm gelmeden, onu beklemek var. Hazır olmasam da. Neyime güvenirim bilmem. Hep ortasından başlamadım mı zaten? Hiç bitmiyor böyle yapınca. Ne güzel! Korkular, cesaretler hiç bitmiyor. Bir arının ayağına ip bağlayıp, uçurmak gibi. Ya giderse, ya ayağından vazgeçerse, ya ölürsem! Sanrılarımın baş tacı. Çağırıyorlar beni cehennem zebanileri. “Arı seni bekliyor! Hakkını alacak.” Ben kimseden zırnık istemiyorum. Arının yüzündeki kibri göreyim, yeter. Haklarım helâl olsun her birinize, sizinkileri öbür tarafta öderim ben. En okkalı, en acımaklı bakışlarınızı getirin cehennemime. Hepinizi ‘huzur’ içinde görmek istiyorum. Cehennemimi, cennetize çevirin yeter.
27 Aralık 2020
en güzel temenni. sana bunu söyleyen birinin olması ne hoş değil mi? içindeki karanlığın yavaş yavaş azaldığını fark edeceksin. ben inanıyorum buna. o halde sen de inan, olmadı başla, o da olmadı hazırlığını yap. aydınlığını çoğaltman için yapman gereken, daha fazla ışığa sahip olmak değil, tıpkı eteklerinden bir tepenin doruklarına bakıp içinin açılması gibi, önünde tüm ihtişamıyla uzanmış geniş mi geniş, mümbit toprakların sarıp sarmaladığı sararmış ovaların o vicdan kokan genişliğini düşünerek, okyanusların o naneyi hatırlatan, içine daldığında senin tüm zerreni kuşattığındaki güveni hisset. ya da seni ısıtacak bir şeyler bulmanın verdiği ümitle, kapıldığın heyecanların seni bir an evvel koşmaya zorlamasındaki o aydınlık. aydınlığın bu türü düğmeyi indirdiğinde seni karanlıkta bırakmayacak.
24 Aralık 2020
İnsan doğruyu da yanlışı da bilir aslında.
Yeterki kendine kulak verebilsin.
23 Aralık 2020
Yarın’ı bekle, yarın yeni bir gün, yeni bir uyanış ve ümitler silsilesi. Elden de başka bir şey gelmiyor sanırım, beklemek ve sabır birbirine sıkıca kenetlenmiş iki kelime. İki kelime diye tüm vurguyu hafifletmek değil amacım, acıyı artırsa da bu iki şey, yaraların kabuk bağlamasına en faydalı ilaç. Kaldı ki başka türlüsü de akla gelmiyor. Tüm çarelerin artık bittiğini düşündüğün noktada devreye girip, içindeki kaynayan tüm volkanın yavaş yavaş, sindire sindire akıp seni rahatlatmasını acı da olsa bu iki kelimenin tüm ruhu sağlayacak.
Biraz daha bekle, sabır seni kuşatacak.
Devamı gelecek…
21 Aralık 2020
Hani bazı karikatürler için altına yazılır ya; ‘YAZISIZ’. Biz de düşlerimizin yolcuları olarak toplandık, ‘yazısız’ kalmamak için. Sait Faik’in açtığı “Yazmazsam deli olacaktım” yolunun ardından gelen “çekmesem ölürdüm”, “sahneye çıkmasam nefes alamazdım”, “takla atmadan uyuyamıyorum”, “resim yapmasaydım boğulurdum” diyenlerden değiliz.
Ama ben, kendim adıma diyebilirim ki ‘YAZISIZ’ yazmayı sevdim. Bir şey anlatmadan her şeyi anlatmayı sevdim. Sanki kavga eder gibi yazmayı sevdim. Hayatımda bir kez, ciddi bir çıkar uğruna – değil başka birini – kendimi bile incitmemiş bir ‘kibarcık’ olarak, kelimelerle vuruşmayı sevdim. Bu üslubumdan vazgeçmedim, geçeceğimi de zannetmiyorum. Kendim de dahil, yazdığımda kanatmayı sevdim.
Bu yazı da neden böyle oldu diyenlere, bu yazı da ‘YAZISIZ’ olsun dedim. Belki bu konunun devamını ileride getiririm umuduyla, yazısında, yazı yazmak da olan bir yazıcı olarak, uzun günlerin geldiğini hatırlatan bugün, gündönümünde, en uzun gecede, ‘YAZISIZ’ bir yazımla daha kendime, okuyanlara ‘UMUT’ olmak istedim.
‘YAZISIZ’ yazılarımızın sonu gelmesin, dileği ile; geceniz uzun olsun.
17 Aralık 2020
İnsan zor beğenen bir varlıktır. Kendisi dışındaki birçok kimseyi beğenmez. Öyleki kendisini dahi kolay kolay beğenmez. Her şeyi değiştirmek istediği gibi kendisini de değiştirmek arzusundadır.
Kendisini değiştirmek isteyen çok az insan bunu kendi kendine başarır.
Bir kısmı ise bir kurtarıcı bekler adeta. Rüyasına ak sakallı bir dede girmesini bekleyen de, karşısına bir Hızır’ın çıkıp kendisini uyarmasını bekleyen de, birilerinin muradına ermesini ümit edip kendisinin kerevetine çıkacağını umanlar da var bunların arasında.
Halbuki böyle bir şey hiçbir zaman olmayacak. Bunu bildiği halde bekler insan nedense. Birinin gelip elini tutacağını ve yattığı yerden kaldıracağını düşünenler bunu sadece filmlerde göreceklerini de bilirler.
Aranılan güç ve kudret insanın kendi içindedir.
Allah insana bu iç enerjiyi vermiştir. İş o ki, bunun farkına varıp harekete geçmek yine bize düşüyor.
O bir mit, bir efsane, saf bir gücün karanlığı. Karanlıklar Lordu, Kont Dracula. Karanlık geceleri yırtıp gelecek ve seni kendi karanlığına çekecek. Dracula özelinde tüm vampir ve kurtadam hikaye ve romanlarına olan sevgim, bu eserin film ve dizi versiyonları izlemiş olsa bile, Bram Stoker’ın bu eserinin kitaplaşmış halini bir süredir öteliyordu. Bu eser özelinde “üşenmek” ifadesi bir hakaret olabileceği için, oturup doya doya kitabı okurken “Karanlıklar Lordunu” izlemek isteğiyle ortalama 500 sayfalık bir kitabın her sayfasını sindirmek istemiş fakat kitabı “Kontun” gözünden çok az görmekle birlikte, asıl fail ve öznenin “O” olması gerekirken, etrafında dönen türlü dolap ve entrikaların kurbanı oluşunu ve aleyhinde gerçekleştirilen tuzakların içinde bulmuş olmamla birlikte kitabın beni maalesef bir miktar hayal kırıklığına uğratmış olmasını es geçemem. “Karanlıklar Lordu” özelinde, kötünün galip gelemeyeceği, iyilerin onu öldürerek yeryüzüne “kötülüğün” daha fazla egemen olmaması üzerine, yine bilindik sonla bitirmeyi uygun görmüş olacak, sevgili yazar. Tam burada; iş bu satırların sahibi “Karanlıklar Lordu”nun ne kadar büyük bir hayranı olduğunu da ortaya koymuş oluyor. Bu tam anlamıyla “ne demek istiyorsun arkadaş?” diye sormak yerine, hayal dünyası bile olsa; bu satırların sahibi, ortada kalmış bazı düşünceleri kendinden alıkoyamıyor. Kötülüğün ve fesadın yer yüzüne hakim olmasını istemek abesle iştigal bile olsa; kitap özelinde “Karanlıklar Lordu”nun kitap içinde çok daha önde ve asıl maceranın onun etrafında dönüp durmasını, aldığı nefesi bile bilmek, öğrenmek isteyen biz hayal dünyasını onunla süsleyenler için bir hediye olacaktı. Hülasa; bu kitap yine de kütüphane içinde en nadide eserler kısmından kendini müstağni kılmayacaktır.
15 Aralık 2020
Her cümlede anlam aradım. Meğer; anlam, cümlesizmiş.
10 Aralık 2020
Hayatımızın sahibi bizmişiz gibi kaybedenin de biz olduğu vehametine kapılıyoruz.
Bizim olmayan bir hayatı “kaybetmek” de doğru bir tabir olmuyor haliyle.
Barış Manço’nun da bir şarkısında değindiği gibi;
“Veren Allah alır canı.”
Eski Yazilar »