YAZARLAR

KATEGORİLER

ARŞİVLER

Bültenimize abone olun

29 Eylül 2020

rahatlamaktan ziyade
nefes almaktan güzel
rüzgara karşı
kollarını açıp
koşmak ona
arasına girmek
serinleşen yerlere
aşkı
ta oralarda aramak
serinliği
nefesi
rahatlamayı
kendin olmayı
bulmak gibi
aşkı bulmak gibi
seni sevmek gibi

28 Eylül 2020

Burayı da özleyeceksin oğlum. Her arkanda bıraktığın gibi burayı da özleyeceksin. Özlem duygun hiç eksik olmasın. Bıraktıklarını, arkanda kalanları yalnız bırakma. Bil ki; onların yalnızlığı, senin yalnız kalman demektir. Çünkü yaşanmışı, hataları, eksikleri hasılı anıları olmayan insan yaşamamış demektir. Sen yaşamış ol! Özle, hata yap, anılar bırak ama yaşa.

Bunlar sana bir ‘Pazar’, ‘tatil’ günü okumasından anılarım olarak bir köşede dursun.

Seni çok seven baban, İsmet Selim.

25 Eylül 2020

     çok üzgün olmak, kırgın bir kalbinin olması, içindeki fırtınalar, edeceğin onlarca kavga, muhacirin mağduriyet ve mazlumiyetini anlatmaya yeter mi?

     hangi şey bu düşmanca tavrın bir açıklaması olabilir? insan yapmadığı hangi şeyle suçlanıp, parmakla gösterilir? biz değil miydik aynı secdenin yönüne eğilen onlarca rengin ve ırkın mensubu? biz değil miydik süslü laflarla bezediğimiz konuşmaların en üstüne yazdığımız “muhacir” kelimesini övüp duran? o övülen insanların, yardımsever olarak nitelendirilen “ensar” topluluğunun bir üyesi olmak! gözlerimiz yaşlı, başımızı onaylar anlamında sallayıp duran! biz değil miydik?

     biz değil miydik diye sorulacak soruların arasına bir yenisini daha ekleyelim! öyle bir “ensar” düşün ki ey o övülen insanın kalbi; sokağın ortasında küçücük bir çocuğa bile “kışt, defol buradan” diyecek kadar yozlaşmış. öylece bir kalp işte. 

     bizlere emanet edilen bir milletin çocuğuna, belki de uzatacağın el için sana aklına gelen her zaman diliminde edeceği bir dua, cennetin için kat ettiğin yollara eklenen yeni yollar olacak! biz bu sınavı iyi veremedik, ey vicdan sahibi olmayan kişi, akılsızlığına yanacak kişi, merhametini evindeki veya camiideki kibirli göz yaşlarında bırakan kişi. ağız dolusu sövgüden başka neyi hak ediyorsun ki?

24 Eylül 2020

Zahirimiz atıştırdıklarımız, batınımız alıştırdıklarımızdır.

22 Eylül 2020

     o günü beklersin, senin ruhunun özgürlüğünü yansıtacak mevsim hareketlerinin gelişini umut edip beklersin. sen de yaz mevsiminde yaz uykusuna yatıp, kışın gelmesini, o rüzgar ordularının yeryüzünü kaplamasını, atlarıyla göğü dövdüğünü görmeyi bekleyip durursun. kapı çalındı artık. ilk kıvılcımı yaşadım, kapıları da bu sebeple kapatıyor olsam da, gelişine bu kadar sevineceğimi zaten biliyordum. yaşamımın içindeki hayalin büyük kısmına bu dair olunca, rüzgarın göğü dövmesi, benim için mutluluğun habercisi. kış mevsiminin karşısındaki çaresizliği, boyu aşan zorluğun, insanın uğraşması gereken zorluklardan daha zor olduğunu bir kenara bırakacak olursak, kış mevsimiyle birlikte gelen ve bu beklenen rüzgarların, yeni bir başlangıcında habercisi olduğunu bir başka açıdan müşahede ediyorum, en azından kendi dünyamın derinliklerinde. beklenen rüzgarlar, kötülüğü de kısmi olarak engelliyor, göğü döverken, kafaları aşağı indiriyor, rüzgarın şiddetine hangi zorba dayanır ki?

     beklediğim rüzgarlar için gece ve gündüz, göğün en ücra köşelerine bakmaktan kendimi alamıyordum, içimdeki konuşmaların da artık bir nihayete vardığı, özlemin kavuşmayla son bulduğu, artık birlikteliğin olacağı günleri görür gibiyim. rüzgarların işaret ettiği şeyler, bir diğer açıdan kötülüklerinde üstünü örtüyor, hiç olmazsa bir süreliğine. bu da bizim gibi ona özlem duyanların başka bir sevinci.

21 Eylül 2020

Kitaplarım, huzur, hastane, ölüm, merhamet, eskimek, köhnelik, yaşlılık, umutlar, yeni hayatlar … Karmakarışık zamanlar, karmakarışık duygular. Ve en ilginci bunların hepsini 40 yaşında olgun bir adam gibi karşılayan 4 yaşındaki oğlum. Denir ya; “çocuklar, sizin hayatınızı yaşarlar, siz ne hissederseniz onu hissederler.”

Bir de “Kırmızı Oda” var. Her güzel olan gibi ömrü çok uzun sürmeyecek. Peşimi bırakmayan kokular ve peşini bırakmadığım anılar da cabası.

19 Eylül 2020

İnsanların konuşurken, diyaloğun sonunda bitirdiği ve anlatabildiğine dair iliştirilen bir kalıp vardır; “anlatabiliyor muyum?” Bu kalıp; anladın mı şeklinde karşımıza çıksa da ifadenin kendisini esefle kınıyorum. Zira anlatımla anlamak bütünlüğü en çok anlatıcının kabiliyeti dahilinde gelişir. Anlattım, anlattı eylemleri sonrasında aslında en hüzünlü kısım çıkıyor karşımıza; “anlaşılamamak”… O kadar anlattım ama kendimi anlatabildim mi, anlaşılabildim mi acaba sorusunu kendine sormayan insan sayısı çok azdır. Mevlana diyor ki; “ne kadar anlatırsan anlat, karşındakinin anladığı kadarsın”, öyleyse anlaşılmak bir noktada önemli fakat muhatabımızın tutumu da bir o kadar hususî önem arz etmekte. Öyle dostlar vardır ki; sizi tüm bu muhasebe patinajından eliyle çekip kurtarır; susuşlardan bile anlar sizi. Rabbim, anlaşılabilir olma kaygısı yaşatmasın ama anlaşılmamayı beklemeyecek kadar umursuz kılmasın bizi. Bilmem anlaşılabildim mi?..

18 Eylül 2020

     Odaklanamıyorum bir türlü. Elim yazıyor olsa da, gözüm kağıdı takip edip, işlerimi düzene sokmaya çalışıyor olsam da, aklımda ve kafamın içindeki seslerle kavgam bitmiyor. Bir kıymık gibi, ne çıkıyor, ne kendini unutturuyor. Gözlerimin bakışını belirleyen de bu kavganın belirtisi, ağzımdan dökülen kelime bütünlerinin tamamı bu kavganın bir sonucu, adım attığım takdir de ona uygun, yatarken bile içimden bıraktığım nefes bunun bir eseri. Ettiğim kavgaların yönünü hayalimdeki kavgam belirliyor, kimi zaman galip geldiğim olsa da, bu oran hayli düşük. Gözümü kör eden bu çaresizlik ve pesimist bakışın hayalimdeki kavgalara da sirayet edeceğini nereden bilebilirdim. Hayal ederken çizebileceğim bir mutluluğun olmayışını, bu kavgalara mı yoksa bu kavgaların müsebbibi olan şeylere yormalı? 

     Bu kavganın müsebbibi olan şeylerle yüzleşmenin, en doğru seçenek olduğunu söylerlerdi. Yüzleşmenin bir faydasının olmadığını, onlarla daha konuşmadan sadece görmekle bile yerle bir eden o duyguyu bile aşamazken, bununla yüzleşmenin neye ve kime faydası olacak, bu bile kavgamın bir diğer soru işareti. Hayatın kendisine, içinde nefes aldığım diğerlerinin bu denli yok oluşlarının, fikri ve vicdani olarak bu kadar olmayışlarının, bir silüet olarak kalışlarının acısını, kafamın içindeki seslerle ettiğim kavgaların kendisi olması, işte asıl çıkmaz sokağın bu olduğuna inandırdı beni. Sanırım bundan başka bir tutanacak dalım yok gibi.

Var.

15 Eylül 2020

tamam işte pes ediyorum.

Evet doğru duydun, pes ediyorum. Mücadele etmekten, işleri avucumun içinde tutmaya çalışmaktan, idareyi kaçırmamaktan, her şeyi idarem altına almaktan usandığımı ve o ipi bıraktığımı açıklıyorum. Daha fazla gücüm kalmadı. Benim omuzlarım o kadar kuvvetli değilmiş meğer, yahut ben bu hayıflandığım şeylerin üstesinden gelebilecek ve bunları dilime dolamadan, saf bir kuvvetle hepsinin altından kalkabilirim sanmıştım. İdare ettiğim, en ön safında savaştığım cephelerimin hepsi bir bir düştü, her düşen parça, benim bir parçamı da kendisiyle birlikte aşağı çekti. Çekilen her bir parçamsa hem nefes almamı zorlaştırdı, hem de ayakta durmamı. Islanmış ve kör ayakların ezdiği toprakların çamurlarına bulanmış bir şekilde yere yığıldım ve debelenme işini yerde bir süre daha devam ettirdim. Kalkabilirim sandım, halen. 

Dönüp baktığımda; sanrılarımın içinden kurtulamadığımı fark ediyorum. Benzer hataları yapmaya, benzer yanılgıları sürdürmeye, benzer sanrıları çekmeye devam ediyorum. Isırıldığım deliklerden tekrar tekrar ısırılmaya devam ediyorum. Eskiler; “çekecek çilem varmış” derlerdi, şimdi anlıyorum onları. 

Rüzgarın önünde sallanıp duruyorum artık, böylece rahatladığımı, rüzgarın önünde savrulan bir yaprak gibi, gam ve kederi gerimde bırakmaya çalışıyorum. Su nereye akıyorsa, ben de onunla birlikte dalıp gidiyorum. “Su akar yolunu bulur” demişti eskiler, ben de yolumu bu şekilde arıyorum. Fena mı? 

… tamam işte pes ediyorum. Yeter. Hepsi sizin olsun, ne varsa? “Hak” benim olsun yeter, sizden alacağım “hak” benim olsun. Nasılsa o bana döner gelir.

Eski Yazilar »