YAZARLAR
KATEGORİLER
- Ahmet Latif (5)
- Anlık Yansımalar (26)
- Damlalar (129)
- Düş Sözlüğü (1)
- Genel (245)
- İsmet Selim (134)
- Komik Diyaloglar (1)
- Ömer Faruk (77)
- Ömürlük (1)
- Ranâ Kurşunî (17)
- Yazarlarımızdan Özlü Sözler (12)
ARŞİVLER
- Ocak 2024 (2)
- Eylül 2023 (1)
- Kasım 2022 (1)
- Temmuz 2022 (2)
- Nisan 2022 (1)
- Mart 2022 (1)
- Şubat 2022 (4)
- Ocak 2022 (1)
- Aralık 2021 (1)
- Ağustos 2021 (13)
- Temmuz 2021 (4)
- Haziran 2021 (6)
- Mayıs 2021 (7)
- Nisan 2021 (11)
- Mart 2021 (12)
- Şubat 2021 (13)
- Ocak 2021 (12)
- Aralık 2020 (15)
- Kasım 2020 (16)
- Ekim 2020 (16)
- Eylül 2020 (17)
- Ağustos 2020 (15)
- Temmuz 2020 (15)
- Haziran 2020 (11)
- Mayıs 2020 (12)
- Nisan 2020 (15)
- Mart 2020 (9)
- Şubat 2020 (9)
- Ocak 2020 (8)
- Aralık 2019 (8)
- Kasım 2019 (8)
- Ekim 2019 (9)
- Eylül 2019 (9)
- Ağustos 2019 (8)
- Temmuz 2019 (8)
- Haziran 2019 (7)
- Mayıs 2019 (10)
- Nisan 2019 (9)
- Mart 2019 (7)
- Şubat 2019 (2)
- Eylül 2018 (1)
- Nisan 2018 (2)
- Eylül 2017 (1)
- Nisan 2016 (1)
- Ocak 2016 (1)
- Ekim 2015 (4)
- Temmuz 2015 (1)
- Mayıs 2015 (1)
- Şubat 2015 (5)
- Ocak 2015 (6)
- Kasım 2014 (1)
- Ekim 2014 (8)
Bültenimize abone olun
30 Temmuz 2020
Resmettiklerimin hepsini kelimelere dökebilir miyim doğrusu şuan için kestiremiyorum. Fakat çok önemli olmadığını da söyleyebilirim. Sebebiyse; resmettiğim güzel günlerin sis, soğuk ve yağmurlu günlerle geldiği yönünde. Böylesi daha huzurlu. Hangi güzelliğiyle başlanabilir bunu anlatmaya? Sırayı ilk önce hangisi hak eder bu özelliklerin? Eve girdiğinde ısınman gerektiğini ve evin içinde dolaşan soğuk havanın seni zinde tuttuğunu, zihnini açıp, görüşünü netleştirdiğini mi? Pencerelerin hiç umulmadık noktalarından içeri sızan soğuk uğultuların, “merhaba ben geldim, kış ve soğuğum ben” demesini mi? Dışarıda kahve veya koyu gri tonlarındaki her an “akşam ezanı” okunacakmış gibi duran gökyüzünü mü? Söğüt ağacının o aklımdan çıkmayan hazin sallanışı mı? Hazin kelimesi sonbahar, kış ve soğuk için biçilmiş kaftan sanırım. Kullanması ve düşünmesi bile bu mevsime özel. En hazin şeylerin kış mevsiminin soğuğunda olması da bir tevafuk değildir herhalde. Yüzüme vuran o soğuk esinti ile huzur bulmayı her sene bahar ve yaz mevsimleri geçip, bizi kavuştursun diye beklerken, havalar ısındı mı, ben tüm ışıklarımı kapatıyor ve ben kış uykusuna yaz’dan yatıyorum mağaramda. Ta ki artık geceleri uyumadan önce pencereleri ve kapıları kapatırken, merhaba demeye hazırlanıyorum. Hoş geldin diyorum, hoş geldin demek istiyorum. Karşıla beni hazin, sar beni soğuğunla.
29 Temmuz 2020
uzayıp gidiyor zaman,
ve ondan kalan
otomobilimin aynasından akıp
beni terk eden zaman..
yollar karanlık
yollar kimsesiz
yollar çaresiz..
soğumuş eli ayağı
bir sıcak güneşe muhtaç
indirilmiş yelkeni
rüzgara muhtaç..
sevgiye kavuşturan yol,
sevgiyle kal
27 Temmuz 2020
Artırılmaya devam ediyoruz. Bereketli olsun. Olmadığında “yok”, verdiğinde “yetmez” diyenlerden olmayanlar olarak, artırılıyoruz. Hoş gelip, sefalar getiren Tolga Kantarcı ve Ömer Faruk kardeşlerimize selâm ve zihinlerinden dökülecek, düşlerimizin yoluna revân olacak cümlelerine bereket olsun. Vesile olan Ahmet Latif kardeşim… İki cihanda felâh bulsun. Amin.
25 Temmuz 2020
Seyir defterinin her köşesi doldu Robinson,
Cumalar sıra sıra dizildi de cuma gelmedi.
Bir ucu kırık kalemim vardı elimde en son,
Hep sana yazsam de defterin seyri değişmedi.
Seyir dedim de biliyorsun, pusulam senden ibaret,
Bakma kuzey ibresinin kızıllara boyandığına.
İster gelme, ister gelmeyiver, istersen de beklet;
Seni bekliyorum Robinson, cumadan bıraktığınla.
Sahi sen nasılsın? Denizin nasıl; ılık mı sıcak mı?
Ben de işte bildiğin gibi, gelgitler adasındayım.
Seyir defterim bitiyor, gelirken getir tamam mı?
Hoş, getirmesen de ben hep sana yazılmaktayım…
(kurşuni)
yayılır etrafa
sarar karanlıkta
ince nefesini
kapı aralığından çıkan
ışıklar kümesi gibi
aydınlatıyor etrafı.
bazen soluk
bazen donuk
bazen dolunay şeklinde
çılgın bir çığdır çoğu zaman
esinlenirler aşıklar ondan
ayın halleridir
bizi halden hale sokan.
23 Temmuz 2020
İnsan, hayatı refah ve lüks içerisinde geçtiği zaman Rabbini hatırlaması çok zor olur. Çok para, çok evlat, sağlık ve sıhhat insanın nefsini şımartıp haşa Allah’a ihtiyaç olmadığını fısıldar. Çünkü her şey yolundadır.
Tıpkı Karun’un zenginlikle şımarıp Allah’tan kopması ve kendince sonsuz geleceği yeryüzünde aramaya başlaması gibi.
Hayatındaki bütün güzellikleri kendinden bilmeye başlayan insan “çok çalıştım, çok uğraştım, kafamı patlattım, hayatımı verdim” diyerek bütün kerameti kendinden bilir. İşler uzun bir süre yolunda gitmeye başlayınca insanın bu sefer omuzları daha dik ve bakışları daha yukarıdandır. Kendi gibi olmayanlara tepeden bakmaya başlar. O artık kibir abidesidir. Kimseyi, hiç bir şeyi kendine yakıştıramaz. Oysaki zavallı insan vücudunda meydana gelen yarayı bile kendi başına iyileştiremez, bütün servetini de verse akıp giden zamana “dur!” diyemez.
İnsanın ne kadar aciz ve zavallı olduğunu görmek isteyenlere hastanelere ve kabristanlara sık sık gitmelerini tavsiye etmek gerekir.
Arif birazdan yoğun bakımda yatmakta olan babasının yanına gidecek ve doktor ile görüşecekti. Ardından iş için bir kaç yere başvuruda bulunmak üzere organize sanayi bölgesine gidecekti. Hiç umudu olmadığı halde.
Arif içine düştüğü sıkıntıların vermiş olduğu hafakandan kurtulmak için televizyon dolabının üzerindeki Kuran’ı Kerim Mealine yöneldi. Uzun bir süre okudu. Rabbinin yüce ayetlerini okudukça ruhuna, yüreğine tatlı bir esinti huzur bırakıyordu. Biliyordu ki kul sıkışmayınca hızır yetişmezdi. Tekrar Rabbine yalvardı; “Beni Sensiz bırakma Allah’ım!.”
Devamı haftaya…
21 Temmuz 2020
Dalgalansın hayalin ufukta
hayli karanlık oldu
seçilmiyor gözlerinin rengi
kiralık bir hayal benimkisi
alınır satılır cinsten
ipeklere bürünmüş
saten dokuması
allara değil.
Aydan yansır
yüzüne rengarenk
pastel güzellikler
öylesine ki;
büyüler beni
geceye doğan ayda..
bembeyaz örtülere bürünmüş
gelirsin yanıma
adım adım yaklaşır
güzelliğin.
dalgalan ey sevgili
ufukta,
bitmeyen ufukta
bırakta dalgalansın
hayalin.
20 Temmuz 2020
Cep telefonu kullanmak uzun vadede kansere sebep oluyormuş. Cep telefonu kullanmamak da uzun vadede ölüme sebep oluyormuş. O halde cep telefonu kullanmak, cep telefonu kullanmamaktan daha avantajlı. Sonunda ölüm yokmuş nasılsa. Kullanalım gitsin…
18 Temmuz 2020
“boğazıma kadar keşkelerle doldum sevgili elma,
keşkeden ölsem bile, sakın huysuz armuta uyma.
baktın ki dört bir yanım kuşanmış ukdelerden,
elma da desem, eyvah da desem sen yine de çıkma…”
16 Temmuz 2020
Aşağıda okuyacağınız bir kaç bölümden oluşacak olan hikaye tamamen hayal ürünüdür.
Sabah namazını kılmak için erkenden abdest alıp köşedeki caminin cemaatinin en ön saflarında yer alabilmişti.
Ellerini yüce Mevlasına açıp yalvarmıştı. Duasını edip camiden ayrılırken şadırvanın yanında yavru bir kedi görmüştü. Kesik kesik miyavlamalarından kendince aç olduğuna karar verdi. Kediyi alıp evinin bahçesine bıraktı. Sonra koşarak eve girip içine ekmek doğranmış süt dolu bir kapla geri dönmüştü. Kedi büyük bir iştahla önüne konan kaba yumuldu.
Tekrar evine girip pencerenin hemen yanındaki tek kişilik koltuğa oturdu ve düşünmeye başladı. Kendi kendine; “Rabbim, ben Sen’i bu kadar ararken, her şeyde muhabbetini gözetirken, Neden?” diye sordu.
İşten çıkarılalı bir hafta olmuştu. Babası yoğun bakımda yatıyordu. Kardeşleri çoktan evlenip yuvalarını kurmuş ve en küçük çocuk olarak babası ile birlikte yaşıyordu. Annesi öleli altı ay olmuştu. Bu yüzden babasının bütün bakımı Arif’e aitti.
Arif hassas ve bir o kadar güçlü bir delikanlıydı. Fakat babasının hastalığı, parasızlık, annesi henüz yeni kaybetmesi, bu günlerde Rabbiyle sık sık konuşmasına neden oluyordu. Konuşmasının sonu genellikle “Neden” ve “Niçin”lerle bitiyordu.
Aslında bunları söylerken çok rahatsızdı. Değil mi ki Allah’a isyan etmek en büyük günahtı. Fakat Arif bu soruları isyan olarak değil gerçekten Rabbine olan samimiyetinden, O’na güvenmesinden dolayı soruyordu. O Allah’tı. Rahman ve Rahim’di. Kulları çağırdığı zaman onlara cevap verendi. Kişi Allah’a anlatmayacaktı da derdini kime anlatacaktı. O “Ol!” deyince her şey olmaz mıydı? O’nun gücünün üstünde hiçbir kuvvet ve kudret yoktu. Arif’in Rabbine olan güveni ne kadar sağlamsa, başına gelen felaketleri sorgulaması da o kadar çok olmaya başlamıştı. Arif sordukça hayatındaki bilmeceler çoğalıyordu.
Devamı haftaya…
Eski Yazilar »