YAZARLAR
KATEGORİLER
- Ahmet Latif (5)
- Anlık Yansımalar (26)
- Damlalar (129)
- Düş Sözlüğü (1)
- Genel (245)
- İsmet Selim (134)
- Komik Diyaloglar (1)
- Ömer Faruk (77)
- Ömürlük (1)
- Ranâ Kurşunî (17)
- Yazarlarımızdan Özlü Sözler (12)
ARŞİVLER
- Ocak 2024 (2)
- Eylül 2023 (1)
- Kasım 2022 (1)
- Temmuz 2022 (2)
- Nisan 2022 (1)
- Mart 2022 (1)
- Şubat 2022 (4)
- Ocak 2022 (1)
- Aralık 2021 (1)
- Ağustos 2021 (13)
- Temmuz 2021 (4)
- Haziran 2021 (6)
- Mayıs 2021 (7)
- Nisan 2021 (11)
- Mart 2021 (12)
- Şubat 2021 (13)
- Ocak 2021 (12)
- Aralık 2020 (15)
- Kasım 2020 (16)
- Ekim 2020 (16)
- Eylül 2020 (17)
- Ağustos 2020 (15)
- Temmuz 2020 (15)
- Haziran 2020 (11)
- Mayıs 2020 (12)
- Nisan 2020 (15)
- Mart 2020 (9)
- Şubat 2020 (9)
- Ocak 2020 (8)
- Aralık 2019 (8)
- Kasım 2019 (8)
- Ekim 2019 (9)
- Eylül 2019 (9)
- Ağustos 2019 (8)
- Temmuz 2019 (8)
- Haziran 2019 (7)
- Mayıs 2019 (10)
- Nisan 2019 (9)
- Mart 2019 (7)
- Şubat 2019 (2)
- Eylül 2018 (1)
- Nisan 2018 (2)
- Eylül 2017 (1)
- Nisan 2016 (1)
- Ocak 2016 (1)
- Ekim 2015 (4)
- Temmuz 2015 (1)
- Mayıs 2015 (1)
- Şubat 2015 (5)
- Ocak 2015 (6)
- Kasım 2014 (1)
- Ekim 2014 (8)
Bültenimize abone olun
30 Haziran 2020
İnsan, yaptığı meslekten zevk almıyorsa, ancak kendisinden talep edileni yapar. Bilim öncelikle para kazanmak amacıyla yapılırsa ticarete döner. Üniversitelerde bilim için değil, ya maaş güvencesi için ya da ünvanı için gelmiş olanların sayısı malesef az değildir. Belirli bir ünvana ulaştıktan sonra bahsi geçen kişilerin ne kitabı olur ne de yayını. Bu kişilerin yanında en az maaş alan arastırma görevlileri ise bazan bölümün en çalışkanlarıdır. Bu durum bize şunu gösteriyor ki; her zaman ekonomik özgürlük yetmeyebilir.
25 Haziran 2020
Aslında başlığın altına tek kelime ile “Hayır” yazıp yazıyı bitirmek de vardı. Ama biraz izaha muhtaç olduğundan bir kaç kelam edelim.
İnsanoğlu hayatını devam ettirmek için yemek ve içmek zorunda. Yiyecek ve içecek elde etmenin de iki yolu var.
Ya kendiniz üreteceksiniz ya da satın alacaksınız.
Her şeyi üretemeyeceğimize göre satın alma işlemine başvurmalıyız. Satın almak için takas ya da para ödeme durumu var. Takas sistemi eskide kaldığına göre mecburen para ödemek zorundayız.
Para ödemek için de para kazanmak gerekliliği var. Para kazanmanın da binbir çeşit yolu var.
Bunlardan bir tanesi bir işte çalışmak. İşletmenin size ait olmadığı, başınızda patron ya da patronun yerine vekil tayin ettiği yöneticilerin emirler verdiği bir yerde çalışmak. Kamu kuruluşu ya da özel sektör diye ikiye ayırdığımız bu durumda stres her zaman yanıbaşımızda. Aldığın sorumluluk bir tarafa sürekli hesaba çekildiğin, olası aksaklıklarda neden ve niçin olduğuna dair sorgulandığın bir atmosferde insanın mutlu olması mümkün değildir.
Elbette para kazanmak zorundayız. Ama stres çekmek zorunda değiliz. Bu tip iş stresi yoğun yerde çalışanlar ya başka bir iş buluyor ya da canını dişine takıp çalışmaya devam ediyor. Maalesef çalışmaya devam edenlerin çoğunlukta olduğu söylenebilir.
Burada ailevi sorumluluklar da ön plana çıkıyor tabi. Yaşam standardının da önemi var. Ama ne olursa olsun stres çekmeye mecbur olmak büyük bir acı.
Eğer mümkün olsa ve simit satarak geçimini sağlayabilse bir insan o işi yapmalı. Tabi severek yapabileceği bir iş imkanı yoksa eğer.
Çalışmak şart.
Ama stres çekmek değil.
23 Haziran 2020
Kendi kendime hesap ederken bulduğum bir yaklaşımımı paylaşmak istiyorum bu hafta. İçinden geçtiğimiz bu bize yabancı gelen Covid-19 günlerinde kendi bakışımla ilgili bir tespit bu. Bu tespitin bir kendi yaklaşımımla ilgili bir boyutu, bir de benim dışımdaki dünyaya bakan bir boyutu var.
Kendi tarafımla ilgili olan gözlemimde bulduğum gerçek şu ki; kişinin kendisi ve Allah dışında, insanın hayatında aslında ‘sağlam basacak’ bir mefhumun bulunabileceğini, varlığını kabullenememiş olduğumdur. Ne annesi, ne eşi, ne işi, ne babası, ne çocuğu … Hiçbiri bir dayanak değil.
Diğeri de benim dışımda kalan dünyanın dayanakları. Ne insanlar gördüm garantici. Attığı her adımı sağlam atan, en iyisini yediğini zanneden, en iyi duvar boyasını bulmak için haftalarca araştıran, şimdilerde YouTube’da sıkça gördüğümüz toplu iğne alırken, toplu iğnenin üstüne çıkıp yarım saatlik deneme sürüşü yapan ‘meraklı’ kişilikler görüyoruz hep birlikte. İşte bu yazıyı bana yazdıran topluluk bu. Allah korona virüsünden razı olsun. İşte o toplu iğneye binip de test sürüşü yapan kitlenin şu günlerdeki zımparalanan, bir oraya bir buraya savrulan ‘daimi’ belirsizlik depresyonlarını izlememe sebep olduğu için Allah korona virüsten razı olsun. Ayaklarının altındaki o ‘sağlam bastıkları’, ‘çok bilmişlik’ zemininin nasıl da kaydığını, kayabileceğini gördüklerindeki verdikleri, gözüne ışık tutulan tavşanımsı tepkileri beni güldürüyor. Tabii ki bu tebessümümün asıl sebebi, benim de kemalâtımı tamamlayamamış olmamdır. Bu depresyonlarına sebep olan belirsizliklerle ilgili daha önce de paylaştığım yorumlar [1], bu yazıdaki görüşlerime de referans olmuş olabilir. Bu his, toprağa ‘sağlam bastığını’ düşünen kişinin ayaklarının altındaki toprağın kayması hissidir.
O toprağı, o kayan toprağı, doğumumdan bu yaşıma kadar hiçbir zaman ayağımın altında hissetmediğim için bir türlü benimseyemedim belki de bu toplu iğne testlerini. Olsun. Havada olup, her an düşme tehlikesi yaşayıp uyanmak daha güzel.
[1] http://dusyolculari.com/?p=548
18 Haziran 2020
Yolculuğa yeni başlamışken, varacağınız yere daha çok varken yoldan vazgeçmek.
Bazen verdiğiniz bir kararı yola hemen çıktıktan sonra değerlendirip, verilen kararın ya tam doğru olduğuna ya da yanlış olabileceğine karar verilebilir.
Tabi bunu bizler, yol yakınken dönmek olarak halihazırda kullanıyoruz aslında. Fakat yol yakınken dönmek derken, yapmaya karar verilen her işten her an geri dönmek, vazgeçmek gibi olumsuz tanımları barındırıyor. Sürekli tedirgin gözlerle arkasına bakan kişi imajı çiziyor.
Yol uzakken geri dönmek tabirinin de cesaret kırıcı bir tarafı olduğu söylenebilir belki. Ama yol uzakken düşünüp yürümeye tekrar karar verildikten sonra azimle yola devam edilebilir.
15 Haziran 2020
İnsanın içinden gelmeli, içine sinmeli. Zoraki oldu mu, zorlanır insan. Zorlanırsa içine sinmez. Sevmez, istemez yapmayı. O yüzden teknik konuların testleri için çoğu zaman ‘oynama’ tabiri kullanılır. İş sahibi gelir, istenenleri söyler, ihtiyaçları sorar, ‘oyuncak’ları temin eder ve “bir süre ‘oynayın’ bakalım ne çıkacak” der ve gider. Buradan iş çıkar, yol, yordam, yöntem çıkar. Bir sonrası için tecrübe çıkar, belki ürün çıkar. Herkesin içine siner.
Olmayacak işin sahibi, işi söyler, “yarına bitirin” der. “Yetişir mi?” sormaz. Yetişirse ne çıkar sormaz. “Ne lazım?” demez. Sonra gelir işin başını bekler ve nasıl yapılacağına karışır. Sonra ortaya ‘bok’ gibi bir sonuç, ürün çıkar. Kimsenin umrunda olmaz, kimsenin içine sinmez. Herkes, bir kez daha mutsuz olur.
El-hasıl, zorlanırken çaba sarf etmek hiçbir şey katmaz kişiye. ‘Oynarken’ zorlanmak, çaba göstermek ufuk açar, bir basamak daha çıkartır, aş yaparken kendini aştırır kişiye, işini bilen insana. Evet zorlanmadan aş olmaz, zoraki yapılan aş, zehir olur öldürür insanı.
14 Haziran 2020
imam gazali’nin kimya-yı saadet isimli eserinde geçen; “karıncanın ayak sesinden gizli riya” tabiri beni uzun zaman düşündürmüştü. Karıncanın ayak sesinden bile gizli riyâ… Mefhumun derinliği insanı tefekküre daldırıyor. Demek ki bazen tüm uzuvların sustuğu ama zihnin koridorlarında koşturan düşünceler, duygular asla kendi haline bırakılmamalı. Demek ki her amelde kalp yoklanmalı imiş daima; “cidden bunu Allah için mi yapıyorsun?” diyerek…
11 Haziran 2020
Ölüm, bizi bulana kadar bizden fersah fersah uzak.
Ama nefesi de ensemizde.
Aha şuralarda bir yerlerde sanki.
Trafikte, yolda yürürken, bir gök gürültüsünde, yemek yerken, su içerken, gülerken, eğlenirken, bir kalp krizinde, evde, işte, okulda, askerde, uyurken bile.
Bir hapşırığın ucunda ölüm.
Şimdi bakınca da bizle alakası yok gibi. Üstüme konduramıyorum yani.
Hem yapılacak onca iş var. Ne ölmesi.
Bi dakka! Bu karartı ne peki? Geldi sanırım. Ha! Bana değilmiş. Ben de diyorum ne alakası var.
Neyse devam hayata. Zaten ölümün benle ne işi olur! Azrailin alacağı başka canlar vardır benden önce muhakkak!
Bırak ölmeyi, daha benim öldürecek zamanlarım var. Boşa geçirilecek dakikalarım, saatlerim var!
Ölüm gelene kadar oyalanmaya devam!!
08 Haziran 2020
Sineğin tek suçu çirkin olmak mıdır? Veya sinek çirkin olduğu için mi hep suçludur?
Bu da burada dursun.
06 Haziran 2020
çocuk eğitiminde uygulanan ceza ve ödül sistemi, çocuğa yaptığının doğru ya da hata olduğunu gösterme amacı taşır aslında. doğru derken; bu düsturda daim ol, hata derken bunu yapmaman daha iyi olur mesajı verilmeli. çocuk eğitiminde ceza ve ödül, çocuğu susturucu ya da baştan savıcı gayesi güderse evet, politika işe yarayabilir fakat bu çocuğun düzeneğe dönmesinden öteye gidemez. bir de çocuğa kenara ayrılan bir ödül birikimi yapılır. afedersiniz, komutlar üzerinde çalıştırılan hayvana verilen bisküvi tarzında. uzman değilim fakat yanlış buluyorum. çocuğa ödül olarak öyle şeyler sunulmalı ki, ödül dahi olsa öğretici bir vasfı olmalı. bu bir aile etkinliği olabilir, tarihi eser ya da müze gezisi olabilir, keşif yolculuğu olabilir. keşif yolculuğu için uzaklara da gitmeye gerek yoktur. bahçedeki bir karınca yuvasının etrafında teçhizatlar eşliğinde araştırma yapmak bile çocuğa eğlenceli ve eğitici gelecektir. ceza durumu ise, çocuğun kişiliğine bağlı olmakla birlikte tek ayak üstünde durma, ya da azarlama veyahut da şiddet olmamalı. örneğin, vakit geçirmek istediği bir teknolojik aletten belirli süre men etmek, ceza niteliği taşır belki ama aslında çocuk bu zaman zarfında fayda görür. zira zamanın vebası olan özgül öğrenme güçlüğünde olduğu gibi beynin yalnızca bir lobu aşırı yüklemeden uzaklaşmış olacaktır. dediğim gibi uzman değilim fakat ödülün çocuğa sevgi, saygı, bilgi katacak türde olması gerektiğini, cezanın ise çocuğa iyi gelmeyen şeylerin kısmen de olsa uzak tutularak katkı sağlanabileceği düşüncesindeyim.
04 Haziran 2020
Değişmez gerçek.
Düşünsenize bazı şeyleri değiştirmeniz mümkün değil. İmkanı yok.
Böyle durumlarda yapılması gereken, beklenen şey olduktan sonra ortaya çıkacak durum için önlem almaktır.
Eski Yazilar »