YAZARLAR

KATEGORİLER

ARŞİVLER

Bültenimize abone olun

27 Şubat 2020

Gözünü açtığında sabah olmuştu. Uyumuş muydu uyumamış mıydı hatırlayamadı. Yavaşça doğruldu yatağından. Yorganı üzerinden kaldırırken odanın soğukluğunu hissetti birden. Hızla geri kapandı yatağına. Üzerine daha bir çekti yorganı.

Ne gerek vardı ki şimdi kalkmaya. Hem uyumuş muydu o bile belli değildi. Sahi Mühendisliğe Giriş sınavına çalışacaktı halbuki. Ne ara yatağa girmişti de hemen sabah oluvermişti. Bunları düşünürken kalbi birden cız etti.

Saat kaçtı peki. Sınava girecekti sonuçta…

Mühendislik bölümünü kazandığında artık mühendis olacağı günleri düşünüyor ve geleceğe ait hayallere dalıyordu o zamanlar. Şimdi ise üniversiteyi kazanmış ve mühendislikle alakalı ilk sınavına girecekti. Hayallerinin gerçeğe dönüşeceği yolculuğun başındaydı. İlk adımı en güzel şekilde atmalıydı. Ya da öyle olacağını umuyordu.

Neden heyecan duymuyordu artık. Halbuki ne buluşlara imza atacak, dünyanın seyrini değiştirecekti. Ne olmuştu o heyecana. Sınava çalışacak enerjiyi bile bulamamıştı.

Ahh! Hala saate bakmamıştı. Ya geçtiyse sınav saati. Ne kadar büyük bir hata, ne kadar büyük bir hayal kırıklığı olurdu kendi adına.

Ya sınav geçmemişse. Sınava girebilecek vakit varsa hala.

Ama sınava girdiğinde alacağı not daha büyük bir hayal kırıklığına sebep olursa. İlk adımı en güzel şekilde atmalıydı oysa.

Kalbinin sıkıştığını hissetti. Hafiften terlemeye de başlamıştı. Yoksa hiç bakmasa mıydı saate. Bu hayal kırıklığının şahidi olmasa mıydı?

Saniyeler içinde düşündü. Kararını vermişti. O saate bakmayacaktı. İlk adımı kötü atmayacaktı! Diğer sınavlara daha güzel hazırlanacak ve en güzel notları alacaktı!

Evet, saate bakmayacaktı. Kalbi ferahlamıştı.
Gözlerini kıstı. Yorganı üzerine biraz daha çekti. Ayaklarını uzatıp derin bir nefes aldı.

Huzurla uykuya daldı!

25 Şubat 2020

Etrafımdaki insanların kadere ve Allah’a inanmaları için, başıma gelen musibetleri ‘seyrediyorum’.

20 Şubat 2020

İnsanın dünyada yaşama amacı nedir?

İnsanlık tarihi bu sorunun cevabını arayanlarla dolu. Her “deli” kuyuya bir taş atıp gidiyor bu dünyadan.

Zaman zaman devrin “görevlendirimiş akıllıları” kuyudan taşı çıkarıp gediğine koysa da insanoğlu yine en sevdiği şeyi, unutmayı tercih edip tüm sorumluluklarından kurtuluveriyor sonra.

Sonra yeniden bir peygamber, bir aydınlanma ve ardından tekrar gaflet yılları.

Peygamber efendimizin ahirete irtihalinin ardından geçen yüz yıllar bizlerin de gaflete düşmesi için çok uzun bir zaman. Halbuki Hz. Musa Sina Dağına çıkıp gelene kadar geçen o kısa sürede kardeşi Hz. Harun’a emanet ettiği kavminin ne de çabuk gaflete düştüğünü Kuran’ı Kerim’den biliyoruz.

Bizleri diğer kavimlerden ayıran özellik son peygamberin ümmeti olmamız. Artık yeni bir peygamber gelmeyecek. İşin mucizevi boyutu da burada olsa gerek. Demek ki biz gaflete düşsek bile yine aynı kaynaktan beslenmek durumundayız. Bu yüzden bu kaynakların kesinlikle bozulmaması, tahrif olmaması gerekiyor. Kuran için Allah’ın vaadi var zaten. Peygamberimiz ise yaşantısı ile örnek olduğundan gerçekliğin değişmesinin mümkünatı yok.

Bütün bu gerçekliğin ışığında bu iki kaynaktan gelen mesaj çok önemli. İnsanın amacı nedir? Ne için vardır? Ne yapmalıdır? Bunların cevabını bulup kalbi mutmain olduktan sonra bu insanın artık sıradan normal insanlar gibi hayatına devam etmesi düşünülemez. Diğer insanlar gibi gülüp eğlenemez. Ya da başkaları gibi yemek yiyemez. Boş bol dalıp gidemez uzaklara. Sürekli aktif olması gerekir.

Evet. Amacımız nedir?

Cevabı araştırıp bulup sonra gerektiği gibi yaşamak dileğiyle.

Eyvallah…

17 Şubat 2020

Üç senede yorulmuşum. Üç sene önceki gücümün kalmadığını tahmin edebiliyordum da bu kadarını değil. Başım zonkluyor şu an. Yorgunluk cabası. Neden yoruldum? Nedir kârım?

Çocuğun birine saati sormuşlar. “Saat kaç?” diye. Çocuk demiş ki: “Durmuyor ki söyliyeyim.”

Saat durunca kaç olduğunu anlayacağız anlaşılan. Şu an ne desem yalan olur.

13 Şubat 2020

Uyanık iken rüya halinde olma.
Bu gerçeğin farkında olma fakat oralı olmama durumu.

Baktığım kadarı ile bir manası yok “rüyakar” sözcüğünün. Birden aklıma düşünce not alıvermiştim. İçini doldurursak bir terim sahibi olacağız demektir. 🙂

Aslında “mış gibi yapmak” da diyebiliriz. Kendinin farkında olmak ama kendini yaşamamak. Maskeyle yaşamak da bir diğer açıklaması olabilir.

İki yüzlülük değil kesinlikle. Yaşamak hastalığının yan etkisi belki de.

Yaşamak hastalığı… Yine bir şey kalbime düştü fütursuzca. Bu da bir başka yazının konusu olsun.

Eyvallah…

11 Şubat 2020

Tek bir şeye ihtiyacımız var; o da daha fazla uyumaktır. Uyumak, uyumak, uyumak, uyuşmak, uyuşmak, uyuşşşşşş….. İşte budur.

06 Şubat 2020

Hayat yolculuğu uzun ve meşakkatli.

Telaşın ve Kargaşanın bolca bulunduğu bir yolculuk.

İnsan yoruluyor haliyle. Bir nefescik de olsa dinlenmek istiyor.

Hani dünya arada bir beş dakika dursa ve herkes dinlense. Herkesin aynı anda dinlenmediği yerde insan dinleneyim dese kendini geride kalıyor hissediyor.

Sanki boks ringindeyiz. Herkes sırası geldiğinde ringe çıkıp savaşını veriyor. İndiğinde dinlenemiyor ama. Bir sonraki dövüş için çalışmaya devam ediyor. Yoksa yenilip ezileceğini biliyor.

Peki yenilse ne olur? Artık dövüşeceği kimse kalmaz mı? Rahatlar mı böylelikle?
Tabiki hayır! Yenildiği an bir alt ligde dövüşlere devam ediyor. Orada yenilirse bir alt lige düşüyor, yenilirse bir alt lige daha.

Bitmeyen alt liglerde dövüşmeye devam edecek. Madem dövüşmek zorundayım en iyisi olayım deyip daha çok çalışıyor.

Dur durak bilmiyor.

Ama durak şart.

Dünyanın durup herkesi beş dakika teneffüse çıkarma durumu yok. Ama durak, durmak, durup dinlenmek, kendini dinlemek şart.

Bütün bu telaş ve kargaşa arasında Rabb’imizin huzuruna çıkıp O’nu anmak insanın duracağı en güzel durak.

Eyvallah…

03 Şubat 2020

Başlığa bakınca ben de heyecanlandım sizin gibi. Afilli başlıklar atmakta üstüme yoktur bu hayatta. Devamı, yazabildiğim kadar. Devamı, anladığınız kadar.

Birden gelir yazılanlar bazan yazanın zihnine. Bu yazıda olduğu gibi. Bir anda tansiyonunuz yükselir, beyinde bir sarsıntı. Ardından kelimeler, kavramlar, cümleler, “babacım” lar, “biraz uzan” lar. Hiçbir sancınız, hiçbir derdiniz yoktur. Köşede duran onca tortop olmuş yumak, dokunmadığınız müddetçe başka bir mekândadır. Görmediğiniz yumak, yok hükmündedir. İşte o an ne yazarsanız kafanızda veya kâğıda ne dökerseniz “sancısız yazılan yazılar” dır onlar.

Beyninizdeki çalkantının etkisiyle, tam deminde bir sarhoş kafası gibi üretir zihniniz. Üretmeyi aşar ve olmayan dünyalardan, görülmemiş fikirler getirir koyar gözünüzün önüne. Yani yaratmaya başlarsınız artık. Kul olmanızın verdiği ilahlık dürtüsü harekete geçmiştir. Her kul, bir ilah müsveddesidir. Ne kadar kul ve acizseniz, o kadar ilah ve o kadar yaratıcı olmuşsunuzdur artık. Ölmemek, ölsenizde sizin bir ölümsüz olduğunuzu haykıracak yığınlar bırakmayı hayal edersiniz arkanızda. Kıymetiniz, asla siz nefes alıp verirken anlaşılmamalıdır. Ardınızdan medhiyeler düzülmeli ama yüzünüze övülmeyi asla haketmeyelerden olmalısınızdır.

Sonra yazdığınız şeyler sancınız olur, sancı başlar, derken sancı başlayınca yazı biter. Çünkü ‘bu’ sancısız yazılan bir yazıdır.

02 Şubat 2020

Normalde perşembe yazılarını en son çarşamba günü kararlaştırmış ya da yazıp tamamlamış olurum. Tamamladığım yazıyı perşembe gün içinde yayımlarım.

Normal şartlarda çok basit olarak görülen bu iş bazen karmaşık şekillere girebiliyor.

Günler normalde birer gün atarken bazı zamanlar bir bakmışsınız iki gün atmış! Böyle garip bir hızla akıyor zaman sanki. Hızına yetişmek mümkün değil. Perşembe diye zannettiğiniz gün cuma oluyor bazen. O günün cuma olduğunu gelen hayırlı cumalar mesajından anladığım vakidir mesela. Buna başka örnekler de sayabilirim.

Bazen yazıyı yayınlamayı unutmamak adına bugün hangi gün diye takvime baktığım oluyor inanın. Bazen de atlıyorum ne yazıkki.

Her şey bir telaş içinde. Günler birbirini geçmeye çabalıyor sanki.

Mevsimler gelip geçemeden bir sonraki mevsim sırayı kapıveriyor hemen.

Dünya bu telaşın nicelerine şahit. İnsanlığın nedir bu telaşı. Daha mutlu olma telaşı nedendir. Nedir bu şaşkınlık.

Bu yazıyı yazarken işe gidiyorum değerli dostlar. Ve günlerden pazar. Haftaya pazardan başlamak gibi bir şey bu. Düşünün hafta içi yine ne karışacak günler!

Büyüme arzusu nedir şirketlerin. Bunu bir de büyük bir telaş içinde yapmaları..

Devletlerin ayrı bir telaşı var. Bu çağda bile devletlerin devletleri ele geçirme telaşını da görüyoruz.

Telaş telaş, hep telaş.

Sanki dünya batacak ve bu yüzden her şeyin acelesi.

Bu yazı perşembenin kazası olsun diye yazıldı. Hem de büyük bir telaş içinde!