YAZARLAR

KATEGORİLER

ARŞİVLER

Bültenimize abone olun

26 Ağustos 2019

Sadece senin bildiğin erişilemezlerim var benim. Sadece senin bildiğin tutkularım … Duyulursa kalabalıkların önünde çırıl çıplak kalacağım fısıltılarım var. Sakın ha kimse duymasın. Ya olur da erişirsem onlara. Aman sakın onları kendinden bile. Ya duyulursa, ya duyulduğu için erişirsem onlara, ya onlar da ağlatmaz olursa beni.

Bari onlar sır kalsınlar, bari onlar erişilmez olsunlar. Çıplaklık ruhumu incitir, hele de kalabalıkların önünde. 

Yapma !!!

22 Ağustos 2019

Her insan eli iş tutmak zorunluluğuna eriştiği andan itibaren bir işe girip çalışıyor.

Hem hayatını idame ettirme hem de bir statü sahibi olma gibi gereksinimlerini karşılaması gerek çünkü.İşte bu çalışılan işler birer meslek adı ile anılıyor. Boş boş gezmenin bile “kaldırım mühendisliği” gibi bir meslek adı var :). Para kazanmak ya da bir baltaya sap olduğumuzu ispat etmek için çalıştığımız her meslek grubunun kendine has özellikleri var. Farklı farklı beceriler gerekiyor.

Çevremizde gördüğümüz örneklere bakacak olursak özellikle özel sektörde birden fazla ve farklı tip işler olmak kaydı ilr iş değiştiren tanıdıklarınız vardır muhakkak. Ya da örneğin bir devlet memurunun görevinden istifa edip farklı bir iş sektörüne geçmesini duymuşsunuzdur en azından. Bazıları zaman içerisinde büyük şirketler olarak da karşımıza çıkıyorlar.

Mesela öğretmenlik ya da eğitim fakültesinin başka bir kolundan bambaşka hayallerle mezun olanları polis üniforması içinde görebiliyoruz. Sosyal medyada sıradan bir vatandaşken ünlenip sinema ya da müzik sektörüne atılanları unutmayalım. Mankenlerin şarkıcı, şarkıcuların oyuncu olduğuna şahitlik etti bu gözler. Şöyle genel olarak bakınca her insan her şey olur diye düşünüyorum. Ben de yıllar yıllar evvel şu cümleyi sarfettiğimi hatırlıyorum; “benden futbolcu hariç her şey olur.” Evet. Hele hele zorda kalınca insan ne iş olsa yapıyor. Ama bu tip insanları çalıştıkları o anki işten çekip alsanız ve yerine herhangi birini koysanız hiç bir değişiklik olmayacaktır. Yeri dolmayacak kimse yoktur bu anlamda.
Bir de bazı insanlar varki onları meşgul oldukları işte, bulundukları noktadan çıkarsanız yerini dolduramazsınız. Bu insanlara o işten başka iş de yaptıramazsınız bu yüzden. O insanlar sanki sadece o tek iş üzerine yaratılmışlardır. O işi yapmak için bu dünyadadırlar.Yaptıkları işi aşkla yaparlar. Tüm enerjileri ile o zevk alarak yaptıkları işlerine odaklıdırlar.
Mesela Ahmet Uluçay. Sinema aşkını yaşamak için görevlendirilmiş biri gibiydi. Dünyaya bu görev için gelmişti sanki. Aşkla bağlıydı sinemaya. Gün geldi aşkıyla ayrıldı aramızdan. Ahmet Uluçay’a sinema dışında başka bir iş yaptıramazdınız. Ondan her şey olmazdı. Tek şey olurdu. Oldu da…

19 Ağustos 2019

Satır aralarında kaybeder, satır aralarında kazanırız bazan. Çünkü yaşamak, özen, ihtimam ister. Okuduklarımız veya dikkat ettiklerimiz kadar dikkat etmediğimiz için göremediklerimizden de sorumluymuşuz.

“Çocuklardan ücret alınmaz. (3 yaşına kadar)”

“Hattınızın hızı 16 Mbite kadar aktive edilmiştir. ”

“Yurtiçi ödemeler için şu IBAN, yurtdışı ödemeler için bu IBAN”

Anladığım o ki herkes ciddiye alınmak istiyor. Dikkat ve farkındalık istiyor. Frene basmadan kontağı çevirenlerden olmamamızı istiyor hayat. Ne yaptığımızı bilmemiz bekleniyor. En sevdiğim olan aylak aylak yürümek beklenen hareket değil hiçbir zaman.

Namaz niyet, kurban “Bismillahi Allah-u Ekber”, pi sayısı belirtildiyse belirtilen değeri, belirtilmediyse 3,27 istiyor.

Oysa ki Newton gibi disiplinli bir bilim adamı bile dayatmayla hiçbir şey olmaz diyor şu ifadelerinde. “Dünya yalnızca Tanrı’nın özgür iradesinden mükemmel şekilde doğabilirdi. Bu pınardan doğa yasaları dediğimiz yasalar akmışlardır ve onlarda gerçekten de çok bilgece bir düzenin izleri görünürken, zorunluluğun en küçük bir gölgesine rastlanmaz. Öyleyse onları belirsiz tahminlerden çıkarmaya çalışmak yerine gözlem ve deneylerden öğrenmeliyiz….

Peki öyleyse nedir bu koşulsuz ve şartsız yaşama arzusu? İnsan olma dürtüsüyle didişmekten başka nedir?

16 Ağustos 2019

İnsan yaşadığı süre boyunca çevresinde olup biten olaylara müdahale etme, değiştirme, iyi ya da kötü yönde etkin rol oynama hevesi içindedir.

En basitinden demokratik bir hak olan ve ülke yönetiminin belirleneceği ya da ülkenin geleceği ile ilgili önemli kararların alınacağı referandum ya da seçimlere katılım oranına bakarsanız göreceksiniz ki bu duygu ve düşünce içinde olan insanların sayısı yüzde doksanları bulmakta.

Kendi dışında bir şeyleri değiştirmek aslına bakacak olursak sorumluluğu az olan bir faaliyet. Verdiğimiz oyla kazanmasını sağlayarak seçimle iş başına getirdiğimiz siyasiler için her hangi bir sorumluluk taşımıyoruz. Yani seçtiğimiz siyasiler devlete karşı bir suç işlediğinde seçmenin hukuken bir sorumluluğu bulunmuyor. Seçmen de bu konuda kendine savunma alanı bulabiliyor.

Herhangi bir konu hakkında, eş dost ortamında ortaya konulan bir problem için bile onlarca fikir verip nasihatler eden de bizleriz. Bir şekilde sevdiğimiz insanların hayatlarına iyi yönde müdahale etme gereği duyarız.

Bu tip etki etme çabamız, sorumluluğunu pek de üstlenmeyeceğimiz kolay olan davranışlardan.

Benim anlatmak istediğim konu ise daha zor olan kendimizi değiştirmek ile ilgili. Bu biraz sıkıntılı bir süreç. Kendi bilincimizin farkına varıp bilinçli bir şekilde yaşayacağımız en son ana kadar süregelen bir süreç.

İnsan kendini de her an geliştirme isteğindedir. Alacağı kararlarda kendinden birinci derecede sorumlu olduğundan bunu sadece tavsiye niteliğinde yapamaz. Uygulanabilir yöntemler geliştirmeli ve kendi kendinin takipçisi de olmalıdır aynı zamanda.

Fakat ego sahibi insanlar olarak direnç gösteririz, çevremize olduğu kadar kendimize de. Bu karşılıklı gerilim, savaşı da beraberinde getirir. Bazen kendimizle girdiğimiz soğuk savaş gün yüzüne çıkar ve sıcak çatışmaların ortasında buluruz kendimizi.

İşte bu noktada huzursuzluk başgösterir. Huzursuzluğun olduğu bir ortamda ne verilen kararlarda ne de kararların uygulanmasında doğru hareket edilmesi beklenemez.

İnsan kendisinin de yabancısıdır aslında. Diğer insanlara gösterdiğimiz müsamahanın en azından benzerini kendimizden esirgememeliyiz. Bu yüzden kendimizin de kırılacağını, kendini savunmaya geçeceğini ve bir savaşa gireceğini de hesaba katarak hareket etmek gerek.

Kendimiz ile gireceğimiz bir savaşta iki cephede de biz varız. Bu yüzden böyle bir savaş mutlu sonla bitmez.

12 Ağustos 2019

Meteorolojiye inanmak, bugün, yani 12 Ağustos 2019 Pazartesi günü hava sıcaklığı +40 derece iken, meteoroloji “yarın, 13 Ağustos 2019 Salı günü, hava sıcaklığı -3 derece olacak” dediğinde “Amenna” demek ve “Nasıl olacak?” diye sormamaktır. Yarın olduğunda da hava sıcaklığı +42 dereceyi görünce “Ama böyle olmaması gerekiyodu?” diyenler meteorolojiye olan imanlarını gözden geçirsinler. Ben de …

Hayırlı bayramlar …

08 Ağustos 2019

Konuyla ilgili çok şey yazıldı çizildi. Herkesin, her kesimin bakış açısı farklı.

Yasaklar ve ihlali durumunda uygulanan cezalar toplum düzeni için kullanılan yöntemlerdendir. Yasakların ne zaman ve nasıl yapılacağı çok önemlidir. Mesela içki ve sigara gibi kötü alışkanlıkların çocuklara satışının yasaklanması kadar doğal ve doğru bir karar olabilir mi? Öncelikli hedef bu çocukların bu zararlı ürünlere ulaşımının kısıtlanmasıdır. Tabi burada bu yasağın da hiç bir faydası olmadığını ve çocuklara satışın devam ettiğini, sigara içme yaşının ilkokullara kadar düştüğünü söylemek mümkün. Fakat bunun yasak olarak konulması bir sorumluluğun gereğidir.

Bu yazının da dokunduğu ücretli de olan internet televizyonlarının çok yaygınlaşması ile birlikte RTÜK denetimine tabi uydu kanalları gibi bir çok eve girdiği bir gerçektir. Bu kanallara abone olanları sadece kendi rızaları ile para karşılığında hizmet satın aldığını düşünemeyiz. İstediği filmi, diziyi, programı hiç bir sansür olmadan izleme hakkına sahip olmalarını tartışabiliriz. Bu yolların tıkanması durumunda başka arayışlara girecekleri konusunda haklı da olabilirsiniz. Fakat burada gözden kaçırılan şey artık bu kanalların küçük yaşa sahip çocukları olan evlerde de sayılarının artması. Yani ben istediğim yayını istediğim şekilde izlerim diyenler sadece kendi özgürlük alanlarını çizmiş olmuyorlar. Küçük yaşta çocukların da bu görüntülere maruz kalmasına sebep olmuş oluyorlar. Bu yüzden evimizin baş köşesinde duran televizyonlarda yayın yapan diğer uydu kanallarının denetlenmesi gibi yine evlerde çocukların da izlemesi muhtemel internet televizyonları da denetlenmelidir.
Buraya kadar madalyonun bir yüzüne bakarak, tamamen samimi düşüncelerimi yazdım.

Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda bunun yasakçılıktan ziyade, mevcut televizyon kanallarının büyük çoğunluğunu denetiminde bulunduran hükumetimiz, yeni çağ internet televizyonculuğu ile elinde bulundurduğu medya hakimiyet oranının düşeceğini, eleştiri kanallarının denetimsiz şekilde artacağını, bu şekilde elinde bulundurduğu medya imkanı ile konsolide edebildiği seçmenini elinde tutamayacağı gibi bir düşünceye kapılmış olabilir mi diye düşünmeden edemiyor insan.

Ama dediğim gibi, ben yine de niyetimi bozma düşüncesinde değilim.

05 Ağustos 2019

Mühendis sosyolog veya felsefeye kayan, yazar, yönetmen, senarist olan, beste yapanları görünce, okuyunca, dinleyince hatta duyunca, öğrenince iksirli bir korku kaplar mı bedeninizi? Hissedip, zararlı olduğunu bile bile daha da fazlasını çekmek istediğiniz bir zift, asfalt kokusuna özlem gibidir yaşanılan bu korku. Ne onunla ne onsuz olmaz.

Elinizden kayıp gider başarı, yaptıklarınız, ettikleriniz. Bir serkeş çıkar sahneye aniden, ancak aynaya baktığınızda görebileceğiniz ama asla dokunamayacağınız. Seversiniz bu ‘kaybetmiş’ serseriyi. O kadar elektronun potansiyel enerjisi beyninizin ortasından şimşek gibi çakarak toprağa kavuşur. Ayak tabanınıza bakarsınız, hiç hasar yok. Sanki toprak olan sizsiniz ve o kadar enerji sizde kaybolur gider.

Zordur ‘mühendis’ olup da hesap kitap yapamamak, hesapsız, kitapsız olmak. Sizden beklenen hendese milyonda bir derece hassasiyetken, siz züccaciye dükkanında fil gibi sanat istersiniz.

Öyle ya; mühendis sistemli olmak zorundadır. Böyle, benim gibi, akışına bırakmaz kendini…

01 Ağustos 2019

Yangın çıkarıp söndürmek,
Birini suya atıp sonra kurtarmak gibi.
Yani göz göre göre yapılan ya da göz yumulan bir hatayı düzeltme çabası ve bu çabanın kahramanlık olarak algılanması meselesi.

Bunu siyasette sıkça görürüz. Gelmiş geçmiş her hükumet partisi önceden önlem almaması sebebiyle ortaya çıkan bir sorunu başka bir yol uygulayarak hem o sorunu çözmüş oluyor hem de halkın tekrar sevgisini kazanabiliyor. Örneğin düzenlemediği ve bu sebeple sorumlusu olduğu bir vergi sistemi yüzünden borç batağına düşen mükellefleri son demde bir vergi affıyla kurtarması onların gözünde kahraman olmak için yeterli olabiliyor.

Cezaevi af yasaları da bunun gibi. Sosyal düzenin iyileştirilmesi, toplumda adalet sistemin oturtulması, halkın ahlaki yönden eğitilmesi gibi sorumlulukları olan hükumet partisi hapse düşen her bireyden sorumlu iken çıkardığı bir afla o insanların gözünde kahraman oluveriyor.

Tabi bu şekilde devlet/hükumet vatandaşını elinden tutup kaldırarak “devlet baba”lığını yapmış oluyor. Bu sayede vatandaşı gözünde kahraman olurken, yapılacak kanun ve yasa düzenlemeleri ile bu bireylerin bundan sonraki süreçte aynı sorunlara maruz kalmaması için de daha güçlü bir çabanın içinde olması gerekiyor.

Bir de meselenin bize bakan bir yönü var. Artık bir şekilde sebebi olduğumuz bir sorunumuz için yıllarca pişmanlık duymak yerine, bir tarafından tutup kaldırmak, kendimize yol göstermek de bizim kendimize olan sorumluluğumuz.

Kendi sorunlarına yönelen insan öncelikle kendini affetmeyi bilmeli. Kendisi ile barışık olan bireyler insan olmanın mutluluğunu ve hayata karşı sorumluluğun tadına varacaklardır.
(Bu noktada sevgili İsmet Selim kardeşimin Bireyler ve İnsanlar yazısını okumanızı tavsiye ederim.)

Gelin hep birlikte kendi başımıza açtığımız sorunlar için kendimize kırılmak yerine elimizden tutup destek olalım.

Gelin kendimizin kahramanı olalım.