YAZARLAR
KATEGORİLER
- Ahmet Latif (5)
- Anlık Yansımalar (26)
- Damlalar (129)
- Düş Sözlüğü (1)
- Genel (245)
- İsmet Selim (134)
- Komik Diyaloglar (1)
- Ömer Faruk (77)
- Ömürlük (1)
- Ranâ Kurşunî (17)
- Yazarlarımızdan Özlü Sözler (12)
ARŞİVLER
- Ocak 2024 (2)
- Eylül 2023 (1)
- Kasım 2022 (1)
- Temmuz 2022 (2)
- Nisan 2022 (1)
- Mart 2022 (1)
- Şubat 2022 (4)
- Ocak 2022 (1)
- Aralık 2021 (1)
- Ağustos 2021 (13)
- Temmuz 2021 (4)
- Haziran 2021 (6)
- Mayıs 2021 (7)
- Nisan 2021 (11)
- Mart 2021 (12)
- Şubat 2021 (13)
- Ocak 2021 (12)
- Aralık 2020 (15)
- Kasım 2020 (16)
- Ekim 2020 (16)
- Eylül 2020 (17)
- Ağustos 2020 (15)
- Temmuz 2020 (15)
- Haziran 2020 (11)
- Mayıs 2020 (12)
- Nisan 2020 (15)
- Mart 2020 (9)
- Şubat 2020 (9)
- Ocak 2020 (8)
- Aralık 2019 (8)
- Kasım 2019 (8)
- Ekim 2019 (9)
- Eylül 2019 (9)
- Ağustos 2019 (8)
- Temmuz 2019 (8)
- Haziran 2019 (7)
- Mayıs 2019 (10)
- Nisan 2019 (9)
- Mart 2019 (7)
- Şubat 2019 (2)
- Eylül 2018 (1)
- Nisan 2018 (2)
- Eylül 2017 (1)
- Nisan 2016 (1)
- Ocak 2016 (1)
- Ekim 2015 (4)
- Temmuz 2015 (1)
- Mayıs 2015 (1)
- Şubat 2015 (5)
- Ocak 2015 (6)
- Kasım 2014 (1)
- Ekim 2014 (8)
Bültenimize abone olun
30 Mayıs 2019
İnsan için mutluluk= karakter×başarı
İnsanın karakteri, hayat boyu yaptığı planların değeridir. Az ya da çok..
Bu planlar için verdiği mücadele ise başarıdır. Az ya da çok..
Yapılan planların evrensel nitelikte olma oranı insanın zihin dünyasının genişliği ile doğru orantılıdır. Zihin dünyası geniş insanlar küçük dünyevi sıkıntıları dert edecek kadar düşüncelerini dar bir kalıba sıkıştırmazlar. Bundan dolayı küçük sıkıntıları ile tekrar tekrar buluşma şansları çok düşüktür. Çünkü sürekli daha büyük planlar için kafa yoruyor durumdadırlar.
Bu da insanın karakter yapısını ele verir.
Başarı ise bu planlar için verilen mücadeledir. Hedefe yaklaşmaktan bahsetmiyorum bile. Mücadeleye dikkatinizi çekiyorum.
İnsanlar planları için mücadele etmeyerek hem kendilerine hem de insanlığa ihanet içindedirler.
O planı size düşündürten yaratıcı sizin içinize o planı gerçekleştirmek için gerekli enerjiyi de koymuştur. Planınız için harekete geçmemek içinizdeki o enerjinin israfı demektir.
Bu yüzden sonucuna bakmadan mücadele etmeli insan. Hem kendi insanlık onuru için hem de Hakkın rızası için.
Karakterli bir başarı yolcusu her zaman mutlu bir insandır.
Mutluluk zihinden eyleme dönüşümün sonucudur.
Bu yazıyı bir mesajla kapatmak gerekirse;
Gelin hep birlikte mutlu olalım. 😉
27 Mayıs 2019
En kolay yıkılanlarımız, inançlarımız oldu. Olmazsa olmaz zannettiğimiz değerlerimiz oldu. Şimdi eli kolu kesilmiş et kütükleri gibiyiz. Yine de yaşıyoruz, yine de nefes alıyoruz.
Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ama bir daha hiçbir şey yenisi gibi de olmayacak. Olması gerektiği gibi de olmayacak, hayal ettiğimiz gibi de olmayacak. Ufka baktlığımda hayallerim gelmiyor artık zihnime. Öldüm mü? Nefes alıyorum …
Celladına selam çakan katiller gibi seviyorum hüznü. Benim katili, hayallerimin. Ohh! Ne iyi ettim de öldürdüm onları. Gel ey hazan mevsimi, hoşgeldin! Öldür bu katili. Bırakıp gitme beni başbaşa, katili olduğum maktullerimle, hayallerimle, geçmişimle.
Günler uzar, zamana ihtiyacı olanlar sevinir. Gecenin hakkını yedik, hep hor gördük, görünmediğimizi zannettik. Oysa; gecenin gözüydü hayallerimizi şefkatle büyüten, yediren, içiren, giydiren. Şimdi vur baltayı hüzün! Tüm merhametinle, bir gece vakti, canımı acıtmadan al beni. Kıymetlidir canım. Umutlarım da bir gece vakti bu bedeni terketmişti …
23 Mayıs 2019
TRT’de iki üç sene evvel yayınlanan Hangimiz Sevmedik isimli dizide, bir dükkanda çıraklık yapıp para biriktiren sempatik bir karakter vardı.
Adı Yadigar. Hatırlayabildiğim kadarıyla paraya aşırı düşkünlüğü yüzünden çeşitli planlar yapar, farklı girişimlerde bulunur ve bir şekilde paraya ulaşmaya çalışırdı.
Bir gün Yadigar zengin oldu. Mahallenin en zengini.
Sonra her ham ruh gibi bozuldu. Kötülük damarı ortaya çıktı. Mahalleliye zorluk çıkardı.
Fakat vicdanını öldürmemiş olacakki mahallelinin paraya ihtiyacı olduğu bir yerde bütün parasını verip, kötü bir insan olmasına sebep olan zengin olduğu işletmeyi kapatıp tekrar çıraklık yapmaya başladı.
Sonra bu durumu kendisine soran ustasına bütün sempatikliğiyle şöyle dedi Yadigar;
“Biz birikimin değil biriktirmenin hastasıyız usta!“
Evet.
İktidara gelmek için verilen asil mücadelenin sonunda sihirli tahta oturduk.
Hizmet etmek için oturduğumuz tahttan yönetmeye başladık.
Zamanında bizim gibi iktidar için şimdi mücadele edenleri, bizi o zaman hor gördükleri gibi hor gördük.
Kimseyle dalga geçilmemesini, kimseyi dışlamamak gerektiğini, adaletli olmayı, kalkınmanın nasıl olması gerektiğini anlattık durduk mücadele yıllarında.
Şimdi dalga geçen de, insanları “trenden indirip” dışlayan da, adalete güvenin sarsılmasına sebep olan da biz olduk.
“Dava” adını verdiğimiz olguyu insanlara anlatamadık. İslamı anlatmayı ve yaşatmayı hedeflerken yaşamaktan da uzaklaştık.
Sevgi dili İslamı ağzımızdan çıkan hakaretlerle anlatamayacağımızı anlayamadık bile.
Eski sevimliliğimiz kayboldu.
Sevenimiz azaldı.
Sevmeyenimiz çoğaldı.
Bizi sevmeyenler “davamızı” da sevemediler.
Bizden uzaklaşanlar dinden de uzaklaştılar..!
Sanırım iktidar bizi bozdu.
Görünen o ki, biz iktidarın değil, mücadelenin adamlarıymışız.
22 Mayıs 2019
İnsan kaçtığı şeyin sahibi, kovaladığının esiridir.
20 Mayıs 2019
Yaklaşık yarım yüzyıldır körüklenen ‘birey olma’ felsefesinin getirdiği, kendini arayan insanlarla dolmuş taşmış çevremiz. İnsan olmanın temel şartını ‘birey olma’ ya bağlayan tanrısız ve yalnız bir yaşamı öğütler bu felsefe genelde. “Sen yaparsın.”, “Sen güçlüsün.” nidalarıyla ‘kişisel gelişimimiz’ tecessüs ediyor.
Tam da bu ayrımda “İnsanlardan bir insan ol” emrini hatırlayalım. İnsan olmak için toplumun içinde, toplumla birlikte, sosyal hayat içerisinde olmamız öğütleniyor, emrediliyor.
Bu emri yerine getirmek için toplum içinde yaşayıp hak yememek, toplum içinde yaşayıp adil olmak, toplum içinde yaşayıp toplumun gelişmesine katkıda bulunmak bekleniyor bizden. Yalnızlaşmadan, yalnızlaştırmadan kucaklamak gerekiyor tüm insanlığı.
Şimdi başlarımızı ellerimizin arasına alıp ‘birey’ mi olmak istiyoruz, ‘insan’ mı buna kafa yoralım. ‘Birey’ olarak oruçlarımıza niyet edip, ‘insan’ olarak iftar edelim hep birlikte.
İnsan bazen kaçmakta olduğu şeyi kovalarken yakalar kendini.
İç dünyamızın da yuvarlak oluşundandır belki;
Kaçtığımız şeyi bir süre sonra önümüzde buluşumuz!
16 Mayıs 2019
Bir önceki yazım da HDP Seçmeni Gerçeği üzerinde mecburiyetten durmuştum. Söylemlerin, HDP eşittir PKK söyleminin dışına çekilmesi gerekliliğini dile getirmiştim.
Aynı yazı başlangıcında İstanbul seçimlerinin hala kararlaştırılmadığını da ifade etmiştim.
Sonunda karar vericiler İstanbul Belediye Başkanlığı Seçimlerinin yeniden yapılmasında karar verdiler.
İki taraf da hızlı başladı stratejilerini uygulamaya. Bir taraf mağduriyet üzerinden dem vururken, karşı taraf oyların çalındığı ve bu yüzden seçimlerin iptal edildiğini işleyecek seçmenlere.
Peki bunlara gerek var mı?
Yani yeniden bir seçim takviminin işlemesine gerek var mı?
YSK seçimlerin yenileceğine karar verdi. Bunun iptali söz konusu değil. Fakat benim kafamı kurcalayan şey başka.
YSK’nın seçim iptaline sebep olarak ortaya koyduğu karar, sandık kurullarının oluşturulmasında kanunlara uyulmadığı ile ilgili. Bu durumun oy sayımına müessir olduğu ifade ediliyor. Yani oy sayımının sonucunu etkilemiş olabileceği üzerindeki kuşkuya parmak basıyor YSK.
Halbuki oy sayım sonucunu etkilediği öne sürülen 123 sandığın tekrar sayılması sağlanmış olsaydı hiçbir sorun olmayacaktı. Neden milyonlarca insan tekrar yoruluyor anlamış değilim.
Neyse, anlasak da anlamasak da seçim tekrarlanacak.
YSK yapılacak olan tekrar seçimde aynı adaylarla seçime gidileceği yönünde kararını da belirtti.
Sanırım bu karar iptal edilen seçimdeki adaleti ortadan kaldırmamak için. Eğer eski adayların adaylıkları düşüyor ve yeni adaylar belirleme imkanı veriliyor olsaydı yeni yapılacak seçimin sonucunu etkileyecek şartlar ortaya çıkmış olurdu.
Böylece yeni yapılacak seçimin kaderi ile oynanmayacak.
YSK 23 Haziran’daki seçimlerde kurulacak olan sandık kurullarının başkanlarının kamu görevlisi olacağını ilan etti. Neden? Çünkü iptal edilen seçimlerde sivil başkanların oy sayımının sonucunu etkilediği düşüncesi ile.
Böylece yeni yapılacak seçimin kaderi ile oynanmayacak.
YSK ayrıca 31 Mart’taki seçimlerde kullanılan seçmen listesi üzerinden seçimin yenileneceğini belirtti. Yeni seçmenler eklenmeyecek. Yani yeni seçmenler tekrar yapılacak seçimi etkilemeyecek.
Böylece yeni yapılacak seçimin kaderi ile oynanmayacak.
Şimdi gelelim asıl anlatmak istediğim yere.
Madem yeni yapılacak seçimin kaderi ile oynanmayacak,
Adayların aynı,
seçmen listelerinin aynı,
kuralların aynı olduğu bir yarışta her nedense seçmenleri etkilemek için yeniden süre veriliyor. Yeni söylemlerin, yeni vaatlerin ortaya çıkacak olması pek mantıklı değil.
Her şey nasıl aynı olacaksa, aynı mantıkla yeniden seçmenin etkilenmesine yönelik hiçbir çalışmanın yapılmaması gerek.
Yani aday aynı, seçmen aynı oluyorsa seçmenin verdiği oyu da tersine çevirecek çalışmalarla aklının çelinmesi doğru değil.
Seçmene söylenmesi gereken; “Daha önce kime oy verdiysen tekrar o adaya ver” denmeli değil mi?
Yeniden mitingler düzenlenmesinin, yeni vaadler verilmesinin sağlanması, bir önceki seçimde rakibinin oy vermeye etkisi olduğunu düşündükleri vaatlerini kullanmak ya da öne geçmek için o vaadi de sollamak ne kadar doğru olur.
Daha önce kullanılan dili değiştirmek örneğin. Bir öncesinde
yapılanın hatalı olduğunu görüp onları düzeltmek seçim adaletsizliğidir.
İptal gerekçesi oy sayımının sonucunun etkilenmesi. o zaman seçmenin oyunu
etkileyecek hiçbir şeye izin verilmemesi gerekiyor.
Bu yüzden iptalden sonra yapılan seçim takvimini doğru bulmuyorum.
İptal kararı verildiği andan itibaren derhal seçim yasaklarının devreye girmesi gerekiyor.
Şartların değişmemesi gerekiyor zira.
13 Mayıs 2019
İnsanoğlu yaratılalı beri geçmişiyle, yaşadığı zamanla ve geleceğiyle yakından ilgilenmiştir. Tarih olgusunu geliştirmiş ve bu olgu üzerinden yaşamını şekillendirmiş ve hep bir geri besleme yapmıştır. Zaman zaman birlik olup devletler kurmuş, zaman zamansa kurulu bulunan devletlere kafa tutup karşısına almıştır.
İnsan yaşantısına göre belli dilimlerde yükselen değerlerinin isimlerini vererek, tarihini çağlara bölmekten de geri kalmamıştır. Okuduğumuz ve bizde yaratılmak istenilen tarih olgusuna göre ilk çağ, orta çağ, maden çağı, karanlık çağ, taş çağı, neolitik çağ, fetih çağı, bilgi çağı, …. ve daha niceleri.
Çağ açıp kapatan padişahlarımız da olmuştur bizim, çağın devlet adamı seçilen liderlerimiz de. Çağ atlatan siyasetçilerimizin yanında, çağın bilim adamı sıfatı verilen alimlerimizi de unutamayız. Ülkemizin tarih ve sosyolojisine ilgisi nispetinde direk içindeyizdir zamanın böylece.
Peki günümüzde hangi çağdayız sizce? Bu kadar kavramın, bilginin, siyasetin, sosyolojinin birbirine girdiği keşmekeşliğin içinde yaşarken sormadan edemiyor düşünen insan. Bu zaman hangi zaman? Ahir zaman evet ama hangi çağda yaşıyoruz peki?
Sağıma ve soluma bakıyorum, dinliyorum, okuyorum, gözlem yapmaya çalışıyorum yönünü arayan insanların üzerinde. Vardığım cevap, çağımız; ‘Samimiyet Çağı’ … Henüz yeterli ihtiyaç hissedilmese de çok az kaldı patlamasına. Çağımız ‘Samimiyet Çağı’.
06 Mayıs 2019
Yeşil kubbenin (Hz. Mevlana’nın türbesi) altından yazıyorum. Yine yolcuyum, yollardayım.
Bu mekânın güzelliği çekiyor insanı.
Bu kez beynimde ne varsa değil, dilimde ne varsa onları yazmaya çalışacağım.
Farketmişsinizdir üslubumdan zaten. Kubbenin altında, dergâhın kapısının önündeki
merdivenin ilk basamağında oturmuş, bir basamak daha çıkmaya davet edilmeyi bekliyorum.
Hatta bir yavrunun, annesinin gözlerinin içine “Acaba bana şefkat gösterir mi?” iştiyakıyla
ümitlenerek baktığı gibi ben de “Şu iftar vakti hürmetine, bana da ‘sen de gel!’ der mi?
Cemalini bahşeder mi?” diye inlemek istiyorum Rahman ve Rahim olana.
Bu ay da hep beraber inleyelim, arınmaya çalışalım. ‘Son buluşmalarımızdır’ düşüncesiyle
sıkalım bir damlacık varlığımızı. Bu damlayı okyanusa itekleyelim son gücümüzle, bu
mübarek günlerde. O basamağa çıkılamasa da, o kapı açılmasa da, kimse “Sen de gel!”
demese de başka gidecek, çalınacak kapının olmadığını düşünmenin veya biliyor olmanın
huzurunda (refahında) eritelim benliğimizi, egolarımızı, enaniyetimizi. Sükûtu dinleyelim
‘seher vakti’. Kâinatta ‘yalnız’ olmadığımızı ve yalnız ‘insan’ olmakla vazifelendirildiğimizi
hatırlayalım veya unutmayalım.
Son olarak; bu cümleleri yazmadan az önce ziyaret ettiğim, yeşil kubbenin komşuluğunda ve
78 yaşında ‘el-âlemin’ ayakkabısını boyayarak, bana, ‘kullardan bir kul olmayı’ öğreten Ömer
Faruk Amca’nın bana ettiği duasını, sizler için dileyerek bitireyim.
“Allah sizleri; sevsin, sevindirsin ve sevdirsin.”
Âmin
Not: Bu yazı 02.09.2008 tarihinde yazılmıştır.
02 Mayıs 2019
31 Mart seçimlerinin üzerinden bir ay geçti. Diğer seçimlere nazaran hala konuşuluyor olmasının nedeni; Cumhur İttifakında büyük moral bozukluğu oluşturan İstanbul’un kaybedilmesinin ardından yapılan itiraz başvurularının sonuçlanmaması.
Özellikle seçim zamanlarında yapılan popülist uygulamalar ve “seçim ekonomisi” denilen, seçmeni kazanmaya yönelik adımlar(personel alımları, maaş zamları gibi) hep olmuştur. Yine liderler arası vazgeçilmezlerden olan polemikler hep bu seçim dönemlerinde tavan yapmıştır.
Bu seçimlerde de yine polemikler, bir birini karşılıklı suçlamalar havada uçuştu. Hatta Cumhur İttifakı yetkilileri rakiplerini “illet, zillet ittifakı” olarak adlandırdılar. Beka seçimi ekseninde yürütülen kampanyada sadece terörist grupların ülkemize karşı besledikleri düşmanlıklar anlatılmakla yetinilmedi. Bu yazının da konusu olan, PKK terör örgütünün siyasi uzantısı olduğunu belirttikleri HDP ile kol kola oldukları iddiası ile Millet İttifakını işaret ettiler. Bu suçlamaya esas olarak her ne kadar HDP, Millet İttifakı içerisinde resmi olarak bulunmasa da bazı illerde aday göstermeyip Cumhur İttifakı karşıtı partileri destekleyeceğini açıklaması delil olarak gösterildi.
HDP; Halkların Demokratik Partisi. Kısaltmanın açılımının doğru yazılışını Google’dan bakarak yazabildim ancak. O derece uzağım anlayacağınız; hem ideolojisine, hem de parti magazinine.
“HDP seçmeni”, adı üstünde HDP’ye oy veren seçmenler demektir. Yok yok dalga geçmiyorum. Bir şeyin altını çizmeye çalışıyorum.
Nasıl ki MHP’ye oy verenler için MHP seçmeni ifadesini kullanabiliyorsak, bu HDP seçmeni için de geçerlidir.
Yani Türkiye vatandaşıdır. 82 milyonun fertleridir.
Hani küçüklüğümüzde öğrendiğimiz bir çocukluk şarkısı vardı;
“Orada bir köy var uzakta,
Gitmesek de görmesek de,
O köy bizim köyümüzdür.”
İşte öylesine uzak ama var olduğunu bildiğimiz ve “bizim değil” diyemeyeceğimiz bir “HDP seçmeni” gerçeği var karşımızda.
Uzun zamandır HDP dışındaki siyasi partilerin HDP seçmenine konumu tam da şarkıdaki gibi uzaklarda bir yerlerde! Fakat gidip gelmeseler de yanlarında gözükmesini istemeseler de “bizim olsun” istiyorlar.
“Demokratik Açılım” zamanında hükumetin açılım politikalarının gerekliliğinden dolayı HDP ve yine HDP aracılığıyla İmralı ile terörün bitirilmesi noktasında görüşmeler yapıldığı yıllarda, herhangi bir yere siyasi desteği yadırganmayan bir HDP vardı.
Gel oldu git oldu bugün HDP’nin Cumhur İttifakı için geliştirdiği strateji gereği, desteklemeyi düşündüğü Millet İttifakı’na, terör örgütleri ile kol kola girdiği iddiasında bulunuyoruz.
HDP’nin söylem ve eylemlerinde PKK ile hala köprüleri atmamış olması, Kandil’e sırtını dönmemiş olması HDP’yi savunur olmaktan uzak kılıyor. İşin o kısmını emniyet ve adalet sistemimize bırakarak yazıyı amacına ulaştıralım.
Millet İttifakına oy veren HDP seçmeni başta da dediğim gibi Türkiye vatandaşı. CHP’nin ittifak yapmakla suçlandığı durum, daha önce HDP’ye oy veren Türkiye vatandaşlarının bu sefer CHP’ye oy vermiş olması. Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da etkin iki parti konumunda olan HDP ve AK Parti arasında seçim zamanlarında seçmen bazında oy kayması yaşanır. Yani bazen HDP ya da önceki versiyonlarına oy verenler, başka zaman AK Parti’ye ve onun öncesinde Refah Partisi ve türevlerine oy verdi.
HDP’nin belli şehirlerde aday göstermemesi ve kendisine oy vereceğini düşündüğü seçmeni Millet İttifakına yönlendirmesi söz konusu. Seçmen de eğer silah zoruyla değilse, sandığa giderek kendilerine mantıklı gelen oy tercihini yapmış oldular.
Başından beri anlatmaya çalıştığım şey şu;
Millet ittifakına dağdaki eli silahlı terör örgütü mensupları gelip oy vermedi. Ya da Kandil’den otobüs otobüs PKK’lı gelip oy kullanmadı. 82 milyon Türkiye vatandaşlarından olan HDP seçmeni oy kullandı. Bizim insanımız yani.
Hükumet yetkilileri ve Devlet Bahçeli’nin dediği gibi, Millet ittifakının PKK ile kol kola yürüdüğünü söylemek, HDP seçmeninin de PKK ile kol kola yürüdüğünü hatta terör örgütü destekçisi olduğunu söylemekle aynıdır. Bunu söylerken son genel seçimde HDP’ye 6 milyona yakın oy vermiş bir seçmenden bahsediyoruz.
Siyasetçilerin dili hele hele sorumluluk makamında bulunanların kullandıkları dil çok önemlidir. CHP’ye karşı yapılan suçlamada aslında HDP seçmeninin CHP’ye oy vermiş olmasından dolayı PKK ile kol kola girdiğini söylüyoruz.
Bunu diyerek HDP seçmeninde PKK terör örgütüne bir aidiyet duygusu oluşturmuş olmuyor muyuz!?
Onların da bu durumu kanıksamalarını sağlamış olmuyor muyuz?
İşte bunlar hep soru…