YAZARLAR

KATEGORİLER

ARŞİVLER

Bültenimize abone olun

29 Ekim 2014

Yokum.

 

Ey sevgili,

Nasıl ki sararan yaprakları dallarından düşmesi için zorlamıyorsak; sen de kızma bana.

Bırak tutunabildiğim kadar tutunayım sana.

24 Ekim 2014

 

Ne kadar haklı olursan ol, döneklerin seni savunmalarına asla izin verme.

 

21 Ekim 2014

 

-Hocam araba almışsın hayırlı olsun.

+Sağol teşekkür ederim. Daha iyisi senin olsun.

-Kaç beygir bu?

+80

-Sen içindeyken mi, dışındayken mi?

+!?*%&?x!!

 

20 Ekim 2014

Siyaset şimdiki, ahiret sonraki hayatın, yeni bir hayatın, yine bir hayatın konusu.

Ahiret; ebedi hayat, fen bilimlerinin duvara tosladığı “sonsuz” zaman dilimi!

Siyaset; kendi düşünce ve anlayışına göre sistemi değiştirme vaadiyle devleti yönetmeye talip kimselerin halkı ikna etme yoludur.

Ülkemizdeki siyasetin (maalesef) ideolojik çerçeveden çıkamamış olmasının bir etkisi olacak ki, her hangi bir siyasi parti, kendi destekçilerine daha fazla özgürlük alanı açarken, diğer siyasi parti gönüllülerinin hak ve hukuklarını gözetmeyi en iyimser yaklaşımla arka plana atması, karşıtlarını daha güvensiz, daha tepkili ve ön yargılı hale getirmektedir.

Konu; “Dünya ahiretin tarlasıdır” hadisi şerifince, bu hayattayken kazanılması murad edilen sonraki hayat olunca, günümüzde şahit olduğumuz anlamda siyasetin dine hizmet etmediği çok net görülecektir.

Siyasetin fıtratında tarafgirlik vardır. İki farklı siyasi düşünce taraftarlarının ilk hedefleri birbirlerine üstün gelmedir. Yanlışı bile savunma bu üstün gelme çabasının refleksidir.

Lider için de durum hemen hemen aynıdır. Sadece taraftarlarına şirin görünmekle kalmayan, kendisini eleştiren ve protesto eden kitleleri dışlayan, onları kendi kitlesinin gözünde küçük düşürmeyi amaçlayan açıklamalar ve tavırlar, aradaki uçurumu artırmaktan başka bir işe yaramaz.

Hele bir de bu siyasetçi, müslüman kimliği ile öne çıkan bir şahsiyetse, onun dışladığı, küçük gördüğü insanların içinde dine mesafeli yaklaşanlar varsa eğer, lidere olan öfke ve kininin dine karşı tepkiye evrilmesi kaçınılmazdır.

Evet, müslüman etiketine sahip bir siyasetçi tarafından ötekileştirilen insanların kalplerine islam dininin tohumlarını nasıl ekeceksiniz. İslamın sevgi, hoşgörü dini olduğunu söyleyip ardından bağırıp çağırmayı, hakaretler etmeyi, insanları küçük görmeyi nasıl izah edeceksiniz.

Ahirette, alınan oy oranından hesaba çekilmeyeceksiniz. Kırdığınız kalplerden, dinden soğuttuğunuz insanlardan, ötekileştirip dinle arasına mesafe koydurduğunuz insanların sayısından hesaba çekileceksiniz.

Ahireti öteki dünya diye de çevirmişiz dilimize.(bkz: tdk)

Öteki dünya!. Ahireti de ötekileştirmemiş miyiz sizce de?

18 Ekim 2014

Rabbim hiçbir zaman canınızdan usandırmasın. (Amin)

13 Ekim 2014

toprak - beton

 

Geçenlerde artık içinde oturulmayan bir kerpiç evle, sırt sırta duran betonarme evi görünce tefekküre daldım.

Bilirsiniz “eski insanlar” “eski evler”de yaşarlardı.

Ve “eski evler”in çoğu topraktan yapılırdı.

Zamanla bu topraktan evler tahrif olur, dökülür, tekrar toprağa karışırdı.

O yüzden her sene elden geçirilir ve bakımları yine toprakla yapılırdı.

Bu evler topraktan gelip toprağa gittiğimizin bir simgesiydi.

Ölümlü olduğumuzun (k)anıtıydı..

Sonra betonarme binalar yaptık; yıllara meydan okuyan.

Sonra kendimizi de öyle sandık.

Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadık..

Hiç ölmeyecekmiş gibi biriktirdik; ev aldık, araba aldık, dünyalık aldık, “Dünya”yı aldıkça büyüklendik.

Hiç ölmeyecekmiş gibi sahiplendik; aşık olduk, sevdik, kavga ettik, sövdük, ağladık, güldük

Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadık..

Topraktan uzaklaştık..

Topraktan uzaklaşınca köklerimiz kurudu..

Bu da ayrı bir tefekkürün konusu…

12 Ekim 2014

İçimde volkanlar patlar sanırdım,
Bir kibrit alevinde sönük kaldılar. (Ahmed Latif)

İnsanoğlu tabiatı veya fıtratı gereği, çevresinde olup biten olaylara aklı ermeye başlamasından itibaren ‘inşa etme’, ‘değiştirme’ gibi fiilleri kazanmaya başlar. Beğenmediği, kendine hoş gelmeyen mefhumlara karşı kendi doğrularını uygulamaya çalışır. Ölçer, biçer ve yavaş yavaş kendi doğrularının, başkalarının doğrularıyla uyuşmadığını fark eder. Bunun için mücadele etmek ister tabii ki. Mertçe, inatla, bildiği dosdoğru yoldan taviz vermeksizin mücadele etmek ister. Eder de belki. Ama Ahmed Latif kardeşimin “İçimde volkanlar patlar sanırdım” dizesindeki ‘sanmak’ fiilini bizzat damarlarında hissedene kadar.

Derken seneler gelip geçer, ömür bir su gibi akar gider. Pişmanlıkları kabul etmeyecek kadar inatçı olunan seneler çok arkalarda kalmıştır artık. “Bir kibrit alevinde sönüp kalan” volkanlar hiç bir ‘iç’ te patlamıyordur artık. Tam da bu noktada bana kalırsa ‘bıçak sırtı’ diyebileceğimiz bu noktada “80 yaşına gelsem, 85 yaşımda yaptıracağım okulu, kuracağım şirketi, görmediğim ülkelere gitmeyi düşünürüm.” diyebiliyor muyuz acaba? Tabiri caizse kırılan belleri doğrultabiliyor muyuz? İşte buna bakmak lazım.

Yanlış anlaşılmasın. Ölümsüz ve herşeye muktedir varlıklar olduğumuzu düşündürmek istemiyorum kimseye. Tam aksine bir gün gelir de, cüzi irademize verilen hayatta “Bir hoş seda” bırakıp bırakamadığımız sorulduğunda ‘sedasızca’ kalakalmaktan korktuğum için bu ironik tabloyu çiziyorum.

Bana kalırsa işte bütün bu siyah-beyaz tabloları içimizde barındırabildiğimiz müddetçe insanız biz. Gerçekleştirebildiğimiz, gerçekleştiremediğimiz, gerçekleştireceğimiz ve asla gerçekleştiremeyecek olduğumuz hedeflerimiz olmasa insan olmamızın ne anlamı kalır ki?