YAZARLAR
KATEGORİLER
- Ahmet Latif (5)
- Anlık Yansımalar (26)
- Damlalar (129)
- Düş Sözlüğü (1)
- Genel (245)
- İsmet Selim (134)
- Komik Diyaloglar (1)
- Ömer Faruk (77)
- Ömürlük (1)
- Ranâ Kurşunî (17)
- Yazarlarımızdan Özlü Sözler (12)
ARŞİVLER
- Ocak 2024 (2)
- Eylül 2023 (1)
- Kasım 2022 (1)
- Temmuz 2022 (2)
- Nisan 2022 (1)
- Mart 2022 (1)
- Şubat 2022 (4)
- Ocak 2022 (1)
- Aralık 2021 (1)
- Ağustos 2021 (13)
- Temmuz 2021 (4)
- Haziran 2021 (6)
- Mayıs 2021 (7)
- Nisan 2021 (11)
- Mart 2021 (12)
- Şubat 2021 (13)
- Ocak 2021 (12)
- Aralık 2020 (15)
- Kasım 2020 (16)
- Ekim 2020 (16)
- Eylül 2020 (17)
- Ağustos 2020 (15)
- Temmuz 2020 (15)
- Haziran 2020 (11)
- Mayıs 2020 (12)
- Nisan 2020 (15)
- Mart 2020 (9)
- Şubat 2020 (9)
- Ocak 2020 (8)
- Aralık 2019 (8)
- Kasım 2019 (8)
- Ekim 2019 (9)
- Eylül 2019 (9)
- Ağustos 2019 (8)
- Temmuz 2019 (8)
- Haziran 2019 (7)
- Mayıs 2019 (10)
- Nisan 2019 (9)
- Mart 2019 (7)
- Şubat 2019 (2)
- Eylül 2018 (1)
- Nisan 2018 (2)
- Eylül 2017 (1)
- Nisan 2016 (1)
- Ocak 2016 (1)
- Ekim 2015 (4)
- Temmuz 2015 (1)
- Mayıs 2015 (1)
- Şubat 2015 (5)
- Ocak 2015 (6)
- Kasım 2014 (1)
- Ekim 2014 (8)
Bültenimize abone olun
20 Ağustos 2021
özlem duymak, özlemek, özlemin ifadesini karşılayacak duyguların tamamının kişi bazlı bir son kullanım tarihi bulunur derler; tecrübe bunu gösterirmiş. bir gün bir bilge; “geçmişe dönük hasretin tamamını birlikteliği pekiştirmek, yanında olabilmekten ziyade, geçmişte yaşanmış ve hatırda kalan güzel anların verdiği haz” diye ifade etmişti. ifadenin aslına bakıldığı takdir de; silah ile birilerinin canına kıymak kadar ağır ve galiz bir ifade, altından kalkmanın güçlüğünün kelimelerin ve cümlenin içinde barınıyor.
özlem süreğen, devam eden, sevilen ve özlenmeye değer olan kişiye daima ateşi harlı bir şekilde tutulan duygu biçimi, diye ifade edebiliriz. fakat ihtiras hislerinin ağır bastığı duyguların yani özlemin de bir sırasının olduğunu yine tecrübe ile bilip öğrendik. insan duygularının içinde son kullanım tarihi olmayan bir duygunun varlığı biliniyor mu emin değilim. özlemin, ihtirasın en şiddetli duygusu olan özlemin bile, bir son kullanım tarihi bulunur ki, yerine getirilen yeni şeyler, sâbık duyguların vedacısıdır. adına her ne diyorsanız deyin, uğrunda kahrolduğunuz duygularınızın da bir son kullanım tarihi var ve bunu gözlerinizle görene kadar, bu satırların ağır olduğuna hükmedeceksiniz. fakat şahit olduğunuz zaman, gülüp; “ne kadar da absürt hareketlerde bulunmuşum” diye iç geçirip, tozlu raflarda asla açılmamış kitapların anısına dönecek bu “sâbık” anılar.
her yeni, bir öncekinin vedacısıdır dedik, şöyle bir dönüp bakıldığı takdir de, bunun doğruluğu kişisel ve çok kısa bir tecrübi bilgi ile sabitlenecektir.
burada devreye girip, yine içimde barındırdığım duygularımı izhar etmem gerekirse; ben bu şekilde biri olamadım/olmadım. hayatıma girenlere hazine gibi bakıp, onların ihtiyacı olanı neyse vermeye çalışıp, onların ruhumda kök salmaları için, edindiğim en temiz can suyunu verip, besledim. bundan zarar gelmeyeceğini, kalbimin ağrımayacağını umarak, her seferinde aynı yolun yolcusu oldum. ruhumun içine sıkışıp kalan sâbık biri olmadı, hali hazırda yaşayan, kanlı canlı bir şekilde onu ve sevgisini içimde büyüttüğüm insanlar oldu. buna mukabil; özlem sırasının bitmek bilmeyen kuyruğunda en sonda yer almaya ben; ben devam ettim. diyorum ya; ben çıkmaz sokağım, benim yollarımı aydınlatacak bir ışık yok, bir girdap, bir hiçlik, geldiğinde sadece kaybolacağın bir mutsuzluk.
sen; yaydığı ışığının yörüngesinde mutluluk olan, elindeki güneşin ışığını söndürünce sıranın sonunu göremezsin, o sıranın adı, özlem sırası ve bu sıranın bana geleceği bir vakit, gelir mi dersin?
Yorum yapılmamış »
No comments yet.
RSS feed for comments on this post. TrackBack URL