YAZARLAR
KATEGORİLER
- Ahmet Latif (5)
- Anlık Yansımalar (26)
- Damlalar (127)
- Düş Sözlüğü (1)
- Genel (242)
- İsmet Selim (131)
- Komik Diyaloglar (1)
- Ömer Faruk (77)
- Ömürlük (1)
- Ranâ Kurşunî (17)
- Yazarlarımızdan Özlü Sözler (12)
ARŞİVLER
- Kasım 2022 (1)
- Temmuz 2022 (2)
- Nisan 2022 (1)
- Mart 2022 (1)
- Şubat 2022 (4)
- Ocak 2022 (1)
- Aralık 2021 (1)
- Ağustos 2021 (13)
- Temmuz 2021 (4)
- Haziran 2021 (6)
- Mayıs 2021 (7)
- Nisan 2021 (11)
- Mart 2021 (12)
- Şubat 2021 (13)
- Ocak 2021 (12)
- Aralık 2020 (15)
- Kasım 2020 (16)
- Ekim 2020 (16)
- Eylül 2020 (17)
- Ağustos 2020 (15)
- Temmuz 2020 (15)
- Haziran 2020 (11)
- Mayıs 2020 (12)
- Nisan 2020 (15)
- Mart 2020 (9)
- Şubat 2020 (9)
- Ocak 2020 (8)
- Aralık 2019 (8)
- Kasım 2019 (8)
- Ekim 2019 (9)
- Eylül 2019 (9)
- Ağustos 2019 (8)
- Temmuz 2019 (8)
- Haziran 2019 (7)
- Mayıs 2019 (10)
- Nisan 2019 (9)
- Mart 2019 (7)
- Şubat 2019 (2)
- Eylül 2018 (1)
- Nisan 2018 (2)
- Eylül 2017 (1)
- Nisan 2016 (1)
- Ocak 2016 (1)
- Ekim 2015 (4)
- Temmuz 2015 (1)
- Mayıs 2015 (1)
- Şubat 2015 (5)
- Ocak 2015 (6)
- Kasım 2014 (1)
- Ekim 2014 (8)
Bültenimize abone olun
28 Kasım 2020
Söyleyen ve kendisine söylenen babından farklı değerlendirme yapılabilecek dostluk. Bunu siz söylediğinizde, vefasızlık etiketi size fakat karşı taraf söylediğinde kendisine ilişecektir. Kötü günde beliren dostluklardan, neşeli günlerin dostluklarına doğru bir evrim süreci halindeyiz de, öncesinde sormak gerek; dost neydi? Ben de tam bundan bahsedecektim…
19 Eylül 2020
İnsanların konuşurken, diyaloğun sonunda bitirdiği ve anlatabildiğine dair iliştirilen bir kalıp vardır; “anlatabiliyor muyum?” Bu kalıp; anladın mı şeklinde karşımıza çıksa da ifadenin kendisini esefle kınıyorum. Zira anlatımla anlamak bütünlüğü en çok anlatıcının kabiliyeti dahilinde gelişir. Anlattım, anlattı eylemleri sonrasında aslında en hüzünlü kısım çıkıyor karşımıza; “anlaşılamamak”… O kadar anlattım ama kendimi anlatabildim mi, anlaşılabildim mi acaba sorusunu kendine sormayan insan sayısı çok azdır. Mevlana diyor ki; “ne kadar anlatırsan anlat, karşındakinin anladığı kadarsın”, öyleyse anlaşılmak bir noktada önemli fakat muhatabımızın tutumu da bir o kadar hususî önem arz etmekte. Öyle dostlar vardır ki; sizi tüm bu muhasebe patinajından eliyle çekip kurtarır; susuşlardan bile anlar sizi. Rabbim, anlaşılabilir olma kaygısı yaşatmasın ama anlaşılmamayı beklemeyecek kadar umursuz kılmasın bizi. Bilmem anlaşılabildim mi?..
01 Ağustos 2020
her döndüğüm köşede,
çıkmaz sokaklar.
bilirim ki;
bu sokaklar sana çıkmaz.
çıkmasa da girilmez değil ya…
25 Temmuz 2020
Seyir defterinin her köşesi doldu Robinson,
Cumalar sıra sıra dizildi de cuma gelmedi.
Bir ucu kırık kalemim vardı elimde en son,
Hep sana yazsam de defterin seyri değişmedi.
Seyir dedim de biliyorsun, pusulam senden ibaret,
Bakma kuzey ibresinin kızıllara boyandığına.
İster gelme, ister gelmeyiver, istersen de beklet;
Seni bekliyorum Robinson, cumadan bıraktığınla.
Sahi sen nasılsın? Denizin nasıl; ılık mı sıcak mı?
Ben de işte bildiğin gibi, gelgitler adasındayım.
Seyir defterim bitiyor, gelirken getir tamam mı?
Hoş, getirmesen de ben hep sana yazılmaktayım…
(kurşuni)
18 Temmuz 2020
“boğazıma kadar keşkelerle doldum sevgili elma,
keşkeden ölsem bile, sakın huysuz armuta uyma.
baktın ki dört bir yanım kuşanmış ukdelerden,
elma da desem, eyvah da desem sen yine de çıkma…”
03 Temmuz 2020
Çocukların en sevdiği renk skalası. Her resimde bir güneş, güneşin yanında gökbilimine inat mavi bulutlar ve kutu gibi bir evin üstünden aşağı doğru sarkan gökkuşağı… Şimdiki çocuklar gökkuşağını çizmeye korkar oldu. Aslında onlar fazlasıyla masum, zira onlardan çok biz korkar olduk. Malum bir zihniyetin simgesi haline gelen gökkuşağının tüm renkleri soldu; bir bir… Oysa her rengin bir anlamı vardı onlar için ve her renk bizim bilmediğimiz bir dünyaya açılıyordu. Şimdi nerede bir gökkuşağı görsek tedirgin bakışlar eşliğinde elimize bir silgi alıp siliyoruz, yağmuru da gözden çıkardık. Nereden geldim buraya? Her şey yağmurdan sonra çıkan gökkuşağının, doğa terimlerinden çıkarılıp bir akımın bayrağına iliştirilmesiyle başladı. Dünya, çocuklara büyük bir gökkuşağı borçlu…
14 Haziran 2020
imam gazali’nin kimya-yı saadet isimli eserinde geçen; “karıncanın ayak sesinden gizli riya” tabiri beni uzun zaman düşündürmüştü. Karıncanın ayak sesinden bile gizli riyâ… Mefhumun derinliği insanı tefekküre daldırıyor. Demek ki bazen tüm uzuvların sustuğu ama zihnin koridorlarında koşturan düşünceler, duygular asla kendi haline bırakılmamalı. Demek ki her amelde kalp yoklanmalı imiş daima; “cidden bunu Allah için mi yapıyorsun?” diyerek…
06 Haziran 2020
çocuk eğitiminde uygulanan ceza ve ödül sistemi, çocuğa yaptığının doğru ya da hata olduğunu gösterme amacı taşır aslında. doğru derken; bu düsturda daim ol, hata derken bunu yapmaman daha iyi olur mesajı verilmeli. çocuk eğitiminde ceza ve ödül, çocuğu susturucu ya da baştan savıcı gayesi güderse evet, politika işe yarayabilir fakat bu çocuğun düzeneğe dönmesinden öteye gidemez. bir de çocuğa kenara ayrılan bir ödül birikimi yapılır. afedersiniz, komutlar üzerinde çalıştırılan hayvana verilen bisküvi tarzında. uzman değilim fakat yanlış buluyorum. çocuğa ödül olarak öyle şeyler sunulmalı ki, ödül dahi olsa öğretici bir vasfı olmalı. bu bir aile etkinliği olabilir, tarihi eser ya da müze gezisi olabilir, keşif yolculuğu olabilir. keşif yolculuğu için uzaklara da gitmeye gerek yoktur. bahçedeki bir karınca yuvasının etrafında teçhizatlar eşliğinde araştırma yapmak bile çocuğa eğlenceli ve eğitici gelecektir. ceza durumu ise, çocuğun kişiliğine bağlı olmakla birlikte tek ayak üstünde durma, ya da azarlama veyahut da şiddet olmamalı. örneğin, vakit geçirmek istediği bir teknolojik aletten belirli süre men etmek, ceza niteliği taşır belki ama aslında çocuk bu zaman zarfında fayda görür. zira zamanın vebası olan özgül öğrenme güçlüğünde olduğu gibi beynin yalnızca bir lobu aşırı yüklemeden uzaklaşmış olacaktır. dediğim gibi uzman değilim fakat ödülün çocuğa sevgi, saygı, bilgi katacak türde olması gerektiğini, cezanın ise çocuğa iyi gelmeyen şeylerin kısmen de olsa uzak tutularak katkı sağlanabileceği düşüncesindeyim.
16 Mayıs 2020
Bazen İbrahim’in bahçesinde;
Yanmaya da bilirsin,
Yanmayı da bilirsin…
10 Mayıs 2020
Türkiye’de mayısın ikinci pazar günü kutlanan anneler gününün bizim geleneklerimizle hiç bağlantısı yok fakat kutlanıyor. Sanırım bundan en çok piyasalar memnun, zira hediyelik eşyalar için satışlar tavan yapıyor. Hediyemizi alıp veriyoruz, sonraki görüşme artık ya bayramda ya da başka önemli bir durumda.
Anneler gününün tarihçesi; Yunanlıların kendi mitolojisindeki birçok tanrının annesi kabul edilen tanrıça Rhea adına yaptıkları kutlamalardan biriydi. Romalılarda ise ana tanrıça Kibele onuruna kutlamalar yapılıyordu. Abd’de bir anne kaybına yapılan anma ile başlayan bu süreç 1914 yılında devletin onayıyla kadimlik kazandı. Bizim ülkemizde de son yüzyılda fazlaca rağbet ediliyor. Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı’nı geleneği haline getirmeyen topluluklara karşı bu günü kutluyoruz, kendimizce; herkesin annesi kıymetli de benim değil mi düşüncesinden dolayı. Oysa ne diyor İslam; “cennet anaların ayakları altındadır”. Varsın sizin mother’lar gününüz kutlu olsun, bizim için tüm analar her zaman başımızın tacı, cennetimizin miftahıdır…
Eski Yazilar »